Hapishanenin Doğuşu
İktidarın gücünü gösterişten aldığı eski siyasal sistemden, mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş; bir yandan, iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan gizli cezalandırmaya geçişle belirlenmektedir.
Kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir.
Böylece modern iktidar, çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.
Timurlenk – İslam’ın Kılıcı, Cihan Fatihi
Her daim muzaffer lider, rakiplerinin kendisini küçümseyerek taktıkları Aksak Timur lakabının tersine Timurlenk, savaş alanlarında ve siyasi amaçlarında hiç aksamamış, sadık ordusuyla zaferden zafere koşmuştur. Tarihçi Justin Marozzi’nin hazırladığı bu kitap, Türk ve Müslüman dünyanın en önemli liderlerinden Timurlenk’in savaş meydanlarında geçen hayatını gözler önüne seriyor.
Devletle Başa Çıkmak
Anadolu köylülerinin hoşnutsuzlukları neden kırsalda isyanlara yol açmadı? Ya da uzak bölgelerin beyleri neden, en zayıf anında bile bağımsızlığını ilan etmek yerine padişaha bağlılığını sürdürdü?
Suraiya Faroqhi Devletle Başa Çıkmak’ta bu soruların etrafında dolanıyor. Ama üretim tarzı tartışmalarından ziyade halkın devlete işi düştüğünde, nasıl bir şekilde devletten şikâyetçi olmadan, kötü şeyin sultana rağmen olduğuna dair incelikli bir üslup geliştirdiğini hikâyelerle anlatıyor.
Çünkü eğer komşu kavgası değilse söz konusu olan, en nihayetinde şikâyet edilen şahıs siyasetin alanından çıkacaktı. Siyaset ise sultan ve ayrıcalıklı ekabirler için ayrılmış bir alandı. Sultanın kullarına düşense vergisini ödemek ve siyaset yapmaktan kaçınmaktı. Ama kendisinin kul konumuna vurgu yapıp hamisi sultanın yüce gönlüne seslenebilirdi. Ya da evliyalardan yardım isteyip öte dünyadan medet umabilirdi.
Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan
Elinizdeki kitap Kâtip Çelebi’nin kendi zamanına değin yapılmış Osmanlı deniz savaşlarının tarihidir. Bir zamanlar Akdeniz ile Karadeniz’i kendi gölleri haline getiren Osmanlı Türklerinin XVII. yüzyılda yavaş yavaş gerilediği, Venedik gemilerinin Çanakkale Boğazı’nı kapayarak Türk donanmasının denize açılmasına yol vermeyecek kerteye geldiği günlerde Kâtip Çelebi, pek uzakta olmayan eski günlerin göğüs kabartan hikâyelerini anlatarak Türklere yeni bir iç gücü vermek amacıyla bu kitabını yazmıştır. Kitap bu savaşların cansız, kuru bir hikâyesi değildir. Yer yer ayrıntılara da inerek onu zevkle, heyecanla, o günlerin özlemini ve gururunu duyarak, edebiyat ve üslup değeri olan bir yüksekliğe çıkarmasını bilmiştir. Yalnız savaşları anlatmakla kalmamış, kazanılan zaferlerin yanında uğradığımız bozgunların nedenlerini de göstererek bunlardan nasıl bir ders alınacağını göstermiştir. Bununla da yetinmeyerek bir donanmanın kuruluşu; donanmadaki gemilerin çeşitleri; bunların donatılması; denize hangi mevsimde ve nasıl çıkılacağı; nerelerde barınılacağı; savaşların nasıl yapılacağı; bu işlerde nasıl bir yol izleneceği konusunda ancak gün görmüş bir denizcinin sahip alabileceği bilgileri vermiştir.
Kâtip Çelebi’nin diğer eserlerinde de gördüğümüz dil sadeliği Tuhfetü’l-Kibâr’da daha da belirgindir. Çağdaşlarının bir bölümünde görülen ağır ve yapmacıklı dili bir yana atan Kâtip Çelebi’nin amacı kendini göstermek değil, öncelikle gemiciler, deniz savaşçıları ve liderleri olmak üzere, okuyucusuna yararlı olmak, uyarmak, eski günlerden güç almak, içinde yaşadığı bunlu günlerin biraz da utanç veren karasından okuyucusunu kurtarmaktır. Kapudanların bilgisizlikleri, beceriksizlikleri, kıskançlıkları, bir köke dayanmayan böbürlenmeleri ve ihtirasları yüzünden uğranılan bozgunları olduğu gibi, dosdoğru anlatarak kitabında güttüğü amacı hiçbir zaman gözden kaybetmemiştir. Dilin arı ve duru olmasının nedenleri arasında bu amacın da yeri vardır.
Saray Merasimleri
Sultan II. Abdülhamid adı, Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarıyla, bu çöküşü durdurma çabalarıyla geçen 30 yıllık en dağdağalı dönemle birlikte anıla gelmiştir. Dolayısıyla döneme ilişkin yapılan çalışmaların çoğu, dönemin siyasi tarihini kapsar. Bu çalışmada, 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin çalkantılarla sarsılan, saray ve sosyal hayatının hangi mecralarda seyrettiği ortaya koyularak, dönemin toplumsal tarihine katkıda bulunmak hedeflenmektedir.
Çalışmada bugüne kadar adı bilinip içeriği bilinmeyen Kılıç Alayı, Cuma Selamlığı, Surre Alayı, Ramazanlar, Bayram ve Sünnet Törenleri; eğitim kurumları ve azınlıkları yanında, devr-i Hamid’de açılan sosyal kurumlarla, bu kurumların yaşaması için gösterilen şahsi gayretler ve II. Abdülhamid’in bilinmeyen şaşırtıcı yanları ortaya konmaktadır..
Tanzimat Paşaları ; Ali ve Fuad Paşalar
Âlî Paşa (1815-1871), beş defa sadrâzam (başbakan) ve sekiz defa hâriciye nâzırı (dış işleri bakanı) olmuş bir Osmanlı Türk Devlet adamıdır. Sekiz buçuk yıl sadrâzam, on dört bucuk yıl hâriciye nâzırı ve buna benzer en yüksek görevlerde, Tanzimat Türkiyesi’nde birinci planda rol oynamıştır. Tanzimat’ın lideri Mustafa Reşid Paşa’dan sonra, Tanzimat döneminin ikinci büyüğü sayılmıştır. Üçüncüleri olan Keçeci-zâde Fuad Paşa ile beraber mükemmel bir üçlü oluşturarak, Osmanlı imparatorluğuna parlak bir devir yaşatmışlardır. Bütün Türk tarihinin yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından ve diplomatlarından biri olan Âlî Paşanın hayatını ve kişiliğini bu kitapta okuyacaksınız.
Keçeci-zâde Dr.Büyük Mehmed Fud Paşa (1815-1869), Osmanlı Türk imparatorluğunun Tanzimat denen çok önemli döneminin, Reşid ve Âlî Paşalardan sonraki 3. adamıdır. Tanzimat rejiminin bu 3 vezîr tarafından oluşturulduğu söylenebilir. Fuad Paşa, XIX. asrın en büyük diplomatlarından biridir. Asıl mesleği diplomasi olmakla beraber, yöneticilik sahasında da büyük hizmetler verdi. Bir çok defa hâriciye nâzırı (dış işleri bakanı) ve sadrâzam (başbakan) olarak Osmanlı Devletini yönetti. Derin ve nükte dolu zekâsı ile de günümüze iz bıraktı.
Psikolojinin Tao’su – Eşzamanlılık ve Benlik
Tuhaf bir rastlantıyı; ani, şaşırtıcı bir sezgiyi; arada bir meydana gelen ve insanı hayrete düşüren bir içe doğuş anını yaşamamış olan var mıdır? Bu olaylar basit tesadüfler olarak değerlendirilerek kestirip atılabilir mi yoksa bizim için daha derin anlamlar mı barındırmaktadırlar?
Psikolojinin Tao’su, bu tür olaylarda gizlenen mesajları ortaya çıkarmak ve yaşamımızdaki anlamlarını bulmak için, Agatha Christie tarzı bir yaklaşım sunuyor, anlamlı tesadüfler ile evrendeki derin bir birliğin parçası olduğumuza dair önsezilerimiz arasındaki yakın ilişkiyi araştırıyor.Doğu felsefesinde “Tao”, Jungcu psikolojide ise “eşzamanlılık” adı verilen bu birleştirici ilkenin, mantık yürüterek açıklayamadığımız ama bizim için bir anlam barındıran “tesadüfler” aracılığıyla her gün nasıl karşımıza çıktığını açıklıyor.
Sarayın İmgeleri – Osmanlı Sarayının Gözüyle Resimli Tarih
Osmanlı sarayına mensup kişiler tarafından yazılıp resimlenen ve on altıncı yüzyıl boyunca sayıları hızla artan bu kitaplar, söz ve imgenin gücünden yararlanarak, hanedanı ve sarayın sosyal ve idari hiyerarşisini, bir başka deyişle Osmanlı devletinin tabiatını uygun bir biçimde sunup şekillendirmeleri nedeniyle de ayrı bir önem taşıyor.
Emine Fetvacı, belirli tarihsel olaylara tepki olarak kısıtlı bir dönemde yaratılmış bu resimli tarih kitaplarının, Osmanlı hayal gücü üzerinde bıraktığı etkiyi zengin görseller eşliğinde gözler önüne sunuyor.
Kavanin-i Yeniçeriyan – Yeniçeri Kanunları
Yeniçerilik nerede başlamıştır?
Acemioğlanı nasıl toplanır?
Türkler neden yeniçeri olarak alınmaz?
Gelibolu’ya, torbaya, saraya, bostana verilmek ne demektir?
Yeniçeriler neden Bektaşidir?
Ulûfe ne demektir? Üç aylık yeniçeri maaşları ödenirken neden bir buçuk günlük kesinti yapılır?
Sekbanbaşıların yayabeyi olmaları neden kanun değildir?
Ocak içindeki iktidar, sefer ve barış zamanlarında kime aittir, nasıl kullanılır?
İstanbul ağası, acemi yayabaşları, kethüda, bölükbaşı ve şakirdleriyle Yeniçeri yoldaşların yolları tüm cevaplarını buluyor..
Yeniçerilerin seçilme yöntemleri, yaşanan değişiklikler, kanunnamelerin karşılaştırılarak aktarılmasıyla Ocak Kanunu işleyişi detaylarıyla ele alınıyor..
Murat Hüdavendigar tarafından çıkarıldıktan sonra Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim zamanında değiştirilen, Birinci Ahmet zamanında elinizde bulunan halini alan Kavanin-i Yeniçeriyan’da, yeniçerilerin seçilme yöntemleri ve Ocak Kanunu’nun işleyişi her türlü ayrıntısıyla, anlatılıyor.
Adını yazmayı önemsemeyecek kadar alçakgönüllü bir Yeniçeri Kâtibinin yirmi bir yıllık kulluk hizmetinden sonra kaleme aldığı eser, sadeleştirilmiş özenli Türkçesi ve tıpkıbasımıyla, XVII. yüzyılın ilk yarısından günümüze yeniçerilerin bilinmeyenlerini aydınlatıyor..
…
Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç soran olmaz
Eyvallah, eyvallah
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan, kulluğumuz padişaha ayan.
…
Doğrusu budur ki [Yeniçeriler] ‘Ali Osman askerinin namusudur.
Her yerde nice bahadırlıkları meydana gelmiştir.
Daima yüzleri ak olup, ocakları mamur ola: âlemin sığınağı padişahın gözleri üzerlerinden hiç uzak olmaya; şevketli padişahın nimeti yeniçeri kullarına helal olsun.
The Ottoman Empire
Türk tarihinin en büyük üç asrını kapsayan bu kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş bir Ortadoğu gücüne dönüşmesinin öyküsünü anlatıyor. 14. yüzyılın başında bir askeri sınır beyliği olarak doğan Türkiye, Anadolu ve Balkanlar’da egemen güç haline geldi ve 1517’de eski Arap topraklarını bünyesine kattığında en güçlü İslam devleti haline geldi.