Tarot ve Kahramanın Yolculuğu
En eski çağlardan beri, yola çıkan ve büyük bir görevi yerine getirerek geri dönen bir insanın hikâyesi anlatılır. Bu bizim kolektif bilinçdışımızda taşıdığımız, dünyanın en eski hikâyesidir. Bugün C.G.Jung’un sayesinde artık biliyoruz ki, bu hikayelerde her insanın yaşam yolculuğunu tasvir eden arketipsel sembolizm gizlidir. Kahramanın yolculuğunun hikâyesi bir kayıpla ya da kahramanın üstesinden gelmesi gereken büyük bir görev hâline gelen yüklenilmiş bir işle başlar. Kahraman yola çıkar, yol boyunca düşmanlara ve kendisine yardım edenlere rastlar, büyülü bir çekicilik kazanır, rakibiyle karşılaşır, onu yener, çoğunlukla bu süreçte bir iz almasına rağmen aradığı şeyi elde eder ve eve dönüş yoluna çıkar, peşindekilerden ve rakiplerinden kurtulur. En sonunda döndüğünde ise bir düğün ve tahta geçme töreni olur. Bu, dünyanın en eski hikâyesi olarak aynı zamanda ibret alınması gereken bir hikâye, insanoğlunun yaşam yolu için bir meseldir.
Kahramanın yolculuğu şimdiye değin ne kadar sık anlatılmış, mitlerde ne kadar çok yer almış olursa olsun, yalnızca bir yerde resimlerle birlikte bütün bir biçim almıştır, o da Tarot’nun 22 Büyük Arkana kartındadır.Yalnızca kapsam olarak değil, görsel olarak da zengin olan bu kitapla Hajo Banzhaf, Büyük Arkana’nın 22 kartının kendi resimsel Tarot dilleriyle, hem birlikte hem de teker teker, bu yolculuğu nasıl tasvir ettiklerini ve hedefimizi arayışımızda sonsuz kilometre taşları olarak bize nasıl yol gösterdiklerini anlatmaktadır.
Köy – William Faulkner
Nobel ödüllü Amerikalı yazar William Faulkner’ın Köy adlı romanı YKY tarafından yayımlandı. Snopes ailesi üzerine üçlemesinin ilki olan Köy yoğun, ağır, çarpıcı bir roman. Köy, insani güdülerin, zaafların, tutkunun, kaybetmenin ve değişimin romanı. Dili ne kadar karmaşık, kalabalık karakter ve olay örgüsü ne kadar yöresel olursa olsun; keskin, evrensel ve çağdaş bir okuma…
Nuri Bilge Ceylan – Yönetmen Sineması
Türk sinemasında 1990’larda başlayan dönüşümle beraber ortaya çıkan yeni kuşak yönetmenlerden biri de Nuri Bilge Ceylan’dır. Asıl olarak fotoğraf sanatı birikiminden gelen Ceylan, özellikle siyah-beyaz fotoğraf estetiğini içselleştirerek geliştirmiş, sinemasında da bu estetiği oldukça fazla kullanmıştır. Görüntülerin bir kısmında fotografik değer sinemasal olana üstün dahi gelir. Bir estetik kaygının sonucudur bu; kimi zaman renklerle bile oynanır ve duygu dünyasının titreşimleri imgenin tabiatını da belirler. Tematik olarak ise, üçlemede (Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak) mevcut izlenimci ve durumcu bakış, sonrasında bir müdahaleyle varoluşsal olanın bıçak sırtına dönüşür ve bir yerde bir muamma olan insan doğasının peşine düşer.
Çukulata – Çikolatanın Yerli Tarihi
Pek az yiyecek hayatımızda çikolata kadar itibara sahip: Aynı küçük paket büyük küçük herkesin sevgilisidir, hastalıkta sağlıkta, dertte eğlencede hep mutluluk kaynağıdır. O kadar ki çikolatanın bilinmediği bir dönem, bir hayat hayal etmek bile zor. Oysa çikolata bugünkü mertebesine uzun bir yoldan geçerek kavuştu. Bu kitap çikolatanın geçmişinden bir sayfaya; Osmanlı döneminden başlayan, 1960’lara kadar uzanan yerli tarihine odaklanıyor. Çikolatanın nasıl geldiğini, tanıtıldığını ve algılandığını ele alıyor… Eskiden çikolata fabrikalarının yoğunlaştığı yerleri saran, bugün kaybolmuş olan kakao hamurunun yoğun, şekerli kokusunun eşliğinde.
Aile Terapisi Tarihi, Kuram ve Uygulamaları
Toplumumuzun yaşamakta olduğu sosyal değişim sürecinin bazı doğurguları karşısında aile terapisi alanı, acilen ihtiyaç duyulur hale gelmiştir. Türkiye’de boşanma istatistiklerinden internet aracılığıyla başlayan romantik ilişkilere dek çok geniş bir yelpazede oldukça dinamik bir süreç yaşanmaktadır. Kitap, bu süreçte, aile terapisi ve sistemik bakış açılarının birey, çift ve ailelerin iyi oluşlarına katkı sağlayabilmek amacıyla Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği yayını olarak meslektaşlarımızın ve bu alanda çalışan profesyonellerin hizmetine sunulmuştur.
Elli Çağdaş Düşünür
Avustralya Macquarie Üniversitesi sosyoloji profesörü ve Julia Kristeva’nın öğrencilerinden olan kitabın yazarı John Lechte, tarih, sosyal teori, göstergebilim ve politika üzerine ilginç tezlere ve akademik çalışmalara sahiptir.
Elli Çağdaş Düşünür isimli bu eser, 19. yüzyıldan 21. yüzyıla ve özellikle de II. Dünya Savaşı sonrası Batı felsefesi ve sosyolojisindeki aşamaları, değişimleri ana hatlarıyla ele almaktadır. Bunu yaparken de dönemin öncü temsilcilerinin -hem biyografik ve hem de düşünsel yönleriyle- görüşlerini irdelemektedir. Eser, yapısal, postyapısal, modern, postmodern, göstergebilim, post-marksizm, feminizm, vs. Batı düşünce haritasının kodlarını vermektedir.
John Lechte eserinde, hem siyasal analizlere hem de sosyal bilimlerin çeşitli alanlarındaki tartışmalara ilgi duyanlar için kuramsal tahliller yapmaktadır. her biri binlerce metin külliyatlarının okunmasıyla anlaşılabilecek, sahasının son derece önemli düşünürleri olan Gaston Bachelard, Marcel Mauss, Sigmund Freud, Louis Althusser, George Dumezil, Claude Levi Strauss, Fernand Braudel, Roland Barthes, Julia Kristeva, Hannah Arendt, Friedrich Nietzsche, Franz Kafka, vs., gibi düşünürlerle ilgili özet okuma metinlerine de atıfta bulunan yazar, bazen tartışmacı ve bazen da eleştirel bir üslub kullanmıştır.
John Lechte’in Elli Çağdaş Düşünür isimli bu eseri, alan araştırmaları ve akademik çalışmalar için bir başvuru kaynağı..
Kendi Mektuplarında Enver Paşa
İttihat ve Terakki’nin ünlü liderlerinden Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun son beş yılına damgasını vurdu. “Enveriye yazısı”, “Enveriye bıyığı”, “Enveriye kalpağı” moda oldu. Almanlar imparatorluğu “Enverland” diye anmaya başladı.
Kimilerince Osmanlı İmparatorluğu’nu gereksiz yere Birinci Dünya Savaşı’na sokup parçalanmasına yolaçmakla suçlanan Enver Paşa, kimilerince de katıksız bir yurtsever, büyük bir asker ve devlet adamı olarak görüldü.
Clara and Mr. Tiffany
Yıl 1893 ve Louis Comfort Tiffany, Chicago Dünya Fuarı’nda kendisine uluslararası sanat sahnesinde bir yer kazandıracağını umduğu yenilikçi vitray pencerelerden oluşan ışıltılı bir sergiyle ilk kez sahneye çıkıyor. Ancak New York’taki stüdyosunun perde arkasında, Tiffany’nin uzun süre hatırlanacağı ikonik kurşunlu cam lambaların neredeyse tamamını tasarlayan ve tasarlayan, kadınlar bölümünün başkanı, özgür düşünceli Clara Driscoll var. Hiçbir zaman kamuya açıklanmayan Clara, sanatsal tanınma arzusuyla ve profesyonel bir kadın olarak karşı karşıya olduğu görünüşte aşılmaz zorluklarla mücadele ediyor. Aynı zamanda sevgiyi ve arkadaşlığı özlüyor ve kendisini beş erkeğe farklı şekillerde adamıştır; buna katı bir politika uygulayan Tiffany de dahildir: Evli kadınları çalıştırmaz. Sonuçta Clara kendisini neyin en mutlu edeceğine karar vermek zorundadır: profesyonel dünyasının mı yoksa kalbinin kişisel dünyasının mı?
Uykusuzluk – Stephen King
Ralph Roberts, emeklilik günlerinde eşinin yasını tutarak uzun, uykusuz geceler geçireceğini bir kez olsun düşünmemişti. Ama şimdi sevgili Carolyn’ını kaybetmiş, günden geceye, her geçen dakika daha da erken uyanmaya başlamış ve sonunda uykusuzluğun kendisini tamamen esir aldığı o tedirgin edici anlara gömülmüştü…
Uykusuz geçen gecelerde yaptığı yürüyüşler sırasında bir şeylerin ters gittiğini fark eden Ralph, halüsinasyon olmasından şüphe ettiği birtakım tuhaıklar görmeye başlar; bazı insanların başlarından yükselen ipler, karanlık çökünce şehirde dolaşan iki küçük adam ve diğerleri…
Ancak Ralph’in tanık oldukları uykusuzluğun getirdiği halüsinasyonlardan çok daha fazlasıydı. Gerçekte Derry’de habis ruhlar kol geziyor, şehrin sıradan görüntüsünün altında dehşet verici güçler kuytularda saklanıyordu.
Artık Ralph’in en büyük sorunu uykusuzluk değildi; şehir boğazına kadar ölümün soğuk karanlığına gömülmüştü.
Romanlarını Maine’de kurgulamayı seven Stephen King, Uykusuzluk’ta bir kez daha buraya dönüyor. Yazarın iliklere işleyen bir gerçekçilikle doğaüstü korku unsurlarını buluşturduğu bu şaheserini elinizden bırakamayacaksınız.
Deliliğin Tarihi – Michel Foucault
Michel Foucault, Deliliğin Tarihi’nde, deliliğin gündelik yaşamın bir parçası sayıldığı, kaçıklarla çılgınların sokaklarda ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları Orta Çağdan, tehlikeli sayılmaya başladıkları, tımarhanelere kapatıldıkları, öteki insanlarla aralarına ilk kez duvarların çekildiği on sekizinci yüzyıla kadar, Batı’da deliliğin arkeolojisini irdeliyor.
Deliliğin fantastik dünyasında dolaşırken Foucault, aslında “deli”nin bize onun deli olduğuna karar veren, onu öyle konumlandıran genel toplumsal harita üzerinde işgal ettiği yer itibariyle yansıdığını gösteriyor. Her çağın kendi ütopyası içinde kendini arındırdığı, saflaştırdığı, idealleştirdiği tarihsel yolculukta, delinin bu arınma ayin ve oyunundaki yerini ve rolünü kavramamızı sağlıyor. Bu nedenle, Deliliğin Tarihi, aynı zamanda aklın tarihinin ana hatlarını da ortaya koyuyor: Akıl, kendini ancak deliliğin zıddında, deliliğin zıddı olarak tanımlayabiliyor. Öyleyse delilik, toplum düzeninin varlığı için gerekli; çünkü bu düzen ancak kendi negatifinin aynasında kimlik bulabiliyor..