Önyargıdan Özsaygıya
Oyun stratejisini planlarken dışarıda maç olduğunu unutup sahaya çıkmayan bir takım düşünün. Ya da yıllar boyu araştırma yapan ama araştırmalarından zaman bulup da bilgisini kullanamayan bir bilim insanı. Önyargıdan Özsaygıya, bize yaşamın gerçek dinamiğini yakalayıp olmayı “seçliğimiz” insana ulaşmayı öğretiyor. Hareketli ve mutlu bir yaşam sürdürme potansiyeline hepimiz sahibiz. Bu potansiyeli hayata geçirmenin anahtarı ise sorumluluk! Önyargılarımızdan kurtulabilirsek, herkesten çok güvenmemiz gereken kişinin saygısını kazanabiliriz kendimizin.
Uçan Şato
Yürüyen Şato’nun yazarı Diana Wynne Jones’un usta kaleminden çıkan yepyeni bir maceraya hazır mısınız?
Genç tüccar Abdullah’ın sıradan hayatı, bir yabancının kendisine sihirli bir halı satmasıyla birlikte altüst olur. Öyle ki, Abdullah hayallerini kurduğu hayatın tam ortasına düşer. Bir gece muhteşem bir bahçede uyanır ve hayallerinin kızı Gece Çiçeği’yle tanışır. Ancak, görür görmez âşık olduğu bu güzeller güzeli prenses kötü bir cin tarafından Abdullah’ın gözleri önünde kaçırılır. Böylece kahramanımız macera dolu bir takibe başlar.
Bu öyle bir maceradır ki, bir sürü sıradışı karakter de işin içine girer: aksi bir sihirli halı, sinirli bir şişe cini, düzenbaz bir asker ve dik kafalı bir kara kedi. Acaba bu renkli tayfa kötü cinin gizemli evini bulup prenseslerle dolu şatoyu kurtarabilecek midir?
“Yürüyen Şato’nun devamı niteliğindeki bu coşkulu roman, mizahi öğeleri ve heyecanıyla bir önceki romanı aratmıyor.”
Dervişler ve Sufi Çevreler
Kadim bir kökeni olmakla birlikte İslam medeniyeti içinde müstesna bir konuma sahip tasavvuf düşüncesinin temsilcisi olarak kabul edilen mutasavvıflar gerek yaşadıkları dönemlerde, gerekse ölümlerinden sonra kendilerini takip eden müritleri yahut etraflarında oluşan kült sayesinde bireyleri ve toplumları derinden etkilediler. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kuruluştan yıkılışa hemen her devirde Sünni ya da diğer anlayışları benimseyen, bazen sultanlarla çok yakın ilişkiler kurup, bazen de muhalif olmaları nedeniyle takibata uğrayan, hatta idam edilen sufilerin mevcudiyeti biliniyor. Osmanlı döneminde Şeyh Edebalı ve Osman Gazi’nin ekseninde başlayan sufi çevre-iktidar ya da diğer bir deyişle tekke-devlet ilişkileri, Orhan Gazi-Geyikli Baba; Yıldırım Bayezid-Emir Sultan; II. Murad-Hacı Bayram Veli; Fatih Sultan Mehmed-Akşemseddin; Kanuni Sultan Süleyman-Yahya Efendi ve I. Ahmed-Aziz Mahmud Hüdâi örneklerinde görüleceği üzere ilerleyen zamanlarda da devam etmiştir. Elinizdeki kitabın ilk bölümünde sufilerin hayatlarından bahseden menakıpnameler ve Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir yeri olan vilayetnameler incelenmekte, “Dervişler ve Sufi Çevreler” başlıklı ikinci bölümde ise Vefai tarikatına dair bir monografi ile çoğu 1300-1600 yılları arasında yaşamış bazı sufilerin hayatlarına dair yazılar yer almaktadır. Seyyid Ali Sultan, Emir Sikkînî, Yazıcızâde Kardeşler, Otman Baba, Merzifonlu Piri Baba, Koyun Baba, Seyyid Velâyet, Baba Haydar en-Nakşbendî, Beşiktaşlı Yahya Efendi ve Lâ’lîzâde Abdülbâki Efendi kitapta biyografilerine yer verilen mutasavvıflardır. Bu şahsiyetlerin hayatları okunduğunda bazen iktidarın en üst noktalarına nüfuz edebilen bir süt kardeşin hayatını, bazen kırda koyun çobanlığı yaparak ömrünü geçiren bir taşra mutasavvıfının kendine has dünyasını, bazen sahip olduğu fikirleri yayabilmek amacıyla Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan fedakâr mutasavvıfların düşünce yapısını, bazen de ciltler dolusu kitap yazan bir Osmanlı entelektüelinin dünyasını tanımak mümkün olabilecektir.
Tanrısal Öngörü
Corduba’da doğan Seneca (İÖ 4-İS 65), dönemin ünlü hatip ve felsefecilerinden ders alır. Babası, yaptığı perhizlerden zayıf düşen Seneca’nın sağlığını düzeltmek ve onu felsefeden uzaklaştırmak için önce Pompei’ye, ardından Mısır’a gönderir. İmparator Claudius zamanında adı birtakım saray dedikodularına karışınca İS 41’de Korsika’ya sürgüne yollanır. Sürgündeki yıllarını felsefi yapıtlar kaleme alarak geçiren Seneca, oğlu ve geleceğin imparatoru Nero’yu eğitmesi için Agrippina tarafından geri çağrılır. Nero sayesinde nüfuz sahibi ve zengin bir kişi olur, İS 64’te siyasetten çekilerek kendisini tümüyle felsefeye adar. Ancak İS 65’te Nero’ya karşı bir suikast girişimine adı karıştığı için intihar etmeye zorlanır. Yaşamı boyunca ölümün hiçe sayılması gerektiğini savunan Seneca, bu emri metanetle karşılar ve damarlarını keserek intihar eder.Stoa felsefesinin Fortuna (Talih), Fatum (Kader) ve Providentia (Tanrısal Öngörü) kavramları üzerine, antikçağdan elimize geçen en önemli metinlerden birisi olan De Providentia, retorik sanatının incelikleriyle örülü üslubuyla her şeyden önce klasik bir edebiyat metnidir. İçeriğinin Stoik ahlak ilkeleriyle döşeli oluşu, tanrı ve insan ilişkilerinin ayrıntılı olarak sorgulanması, iyi ve kötü değerlerinin açık ve seçik ifadelerle aydınlatılması, yaşam ve ölüm kavramlarına yaklaşımı açısından değerlendirildiğinde, bu eser Roma’dan günümüze kalan örnek bir ahlak felsefesi metni özelliği kazanır. İnsan zihni evreni, tanrıyı, insanı, iyiliği, kötülüğü, doğayı, kaderi, talihi, talihsizliği, sabretmeyi, yaşamı, ölümü sorguladıkça, satırlarında edebiyatla felsefeyi buluşturan De Providentia samimi diliyle ona sonsuza değin ışık tutacaktır.
Kalplerimizin Mümkün Bildiği Daha Güzel Dünya
Topluluk destekli yayıncılık modeliyle basılan Charles Eisenstein’ın yazdığı Kalplerimizin Mümkün Bildiği Daha Güzel Dünya
Charles Eisenstein
Medeniyet, bilinç, para ve insanlığın kültürel evrimi konularına eğilen ABD’li yazar ve konuşmacıdır. İnternet ortamında yayınladığı popüler kısa filmler ve makaleler alışılmış disiplinlerin dışında kalan bir toplumsal filozof ve karşı kültür entelektüeli olarak tanınmasını sağlamıştır.
Dossier – Armand Hammer’ın Gizli Tarihi
Hammer, Sovyetler Birliği ile olan bağları nedeniyle ABD tarihinde tartışmalı bir figür olmaya devam ediyor ve bu da birçok kişinin onun ABD’ye sadakatsiz olduğuna inanmasına neden oldu. Hayatı boyunca, seçim kampanyasında Amerikan Başkanı Richard Nixon’a yasadışı yöntemlerle yardım ettiği gerekçesiyle birçok kişi ona itiraz etti. Occidental Petroleum’da çevre kirliliği ve işçilere kötü muamele de dahil olmak üzere sıkı yönetim nedeniyle suçlarla suçlandı.
21 Mayıs 1898’de Manhattan, New York’ta Rusya Julius ve Rosa Hammer’dan gelen Yahudi göçmen bir ailede doğdu. Babası Julius Hammer, 1875’te Ukrayna’nın Odessa kentinden Amerika Birleşik Devletleri’ne geldi ve New York şehrinin genel tıp pratiği yaptığı ve beş eczanesinin bulunduğu Bronx’a yerleşti. Armand Hammer, Columbia Üniversitesi’ne girdi ve 1919’da lisans derecesini aldı, ardından İç Hastalıkları ve Cerrahi Koleji’ne girdi. Hammer, çalışmalarının yanı sıra, babasının ilaç işini desteklemek ve genişletmek için iki erkek kardeşiyle birlikte çalıştı. Birinci Dünya Kazanıldığında, ilaç fiyatları düştükten ve Hammer ailesini tüm ilaçları almaya ikna ettikten sonra. Fiyatlar yükseldiğinde, aile bir servet kazandı. Armand Hammer’ın kendisi 1 milyon dolar kazandı. 1921’de tıp eğitimini tamamlayarak yüksek lisans derecesini aldı ve kursun ilk on mezunlarından biri oldu.
Sovyetler Birliği’nde patlak veren salgın hastalıklar ve kıtlıkların yanı sıra tıbbi bir uygulamaya başlama hedefinde sabırsız olan Hammer, onu bir askeri sahra hastanesi satın almaya ve SSCB’ye gitmeye teşvik etti. 1921’de Moskova’ya geldikten sonra, burada yiyecek eksikliğinin büyük bir sorun olduğu sonucuna vardı. İş anlayışına güvenen Hammer, Amerikan buğdayı karşılığında Rus kürkü ve havyarı ticareti yaptı. Kısa süre sonra, onu tıbbı bırakmaya ve Birlik ekonomisinin gelişmesiyle başa çıkmaya ikna etmeye çalışan Lenin ile bir araya geldi. Lenin, Hammer’a Sibirya’daki bir asbest madenini yönetmesini teklif etti ve Hammer bunu birkaç yıl boyunca karlı hale getirdi. Hammer ayrıca Ford Motor Company, United States Rubber, Allis-Chalmers ve Underwood Typewriter dahil olmak üzere birçok Amerikan şirketi ile ticari imtiyazlar elde edebildi. Hammer ayrıca, o dönemde kıt olan ve çok yüksek fiyatlarla ithal edilen kalemlerin de üretim hakkını istedi. Sonuç olarak A. Hammer Pencil Company’yi kurdu ve ilk yılının sonunda 1 milyon dolar kar elde etti.
Müziğin Poetikası
Bu kitaptaki müzik açıklaması, müzik fenomeninin çözümlemesiyle başlayan ve müziğin icrası sorunuyla biten altı dersten oluşmaktadır.
Tanışmaya ayrılan ilk derste derslerin bütününün yol gösterici ilkeleri özetlenmektedir.
İkinci derste müzik fenomeninin ses ve zaman ilişkileri içinde bir spekülasyon biçimi olarak incelenmesi; bu incelemeden yaratım sürecinin diyalektiğinin çıkarılması; bununla bağlantılı olarak da benzerlik ve karşıtlık ilkesi; müziğin öğeleri ve morfolojisi ele alınırken üçüncü derste ‘Kompozisyon nedir, besteci nedir? Besteci tam olarak nasıl ve ne ölçüde bir yaratıcıdır?’ sorularına yanıt aranmakta ve bununla bağlantılı olarak buluş, hayal gücü, ilham; kültür ve beğeni; düzensizliğe karşı kural ve yasa olarak düzen ve son olarak da zorunluluk dünyasının özgürlük dünyasına karşıtlığı kavramlarına açıklık getirmeye çalışılmaktadır.
Dördüncü ders müzikal tipolojinin incelenmesine, beşinci ders ise Rus müziğine ayrılmıştır.
İcrayı ele alan altıncı ve son derste fiziksel müzik fenomeni tanımlanmakta; yorumu yorumsuz icradan ayırt eden öğelere, icracılarla dinleyicilere ve çok önemli olan yargıya varma ya da eleştiri sorununa değinildikten sonra müziğin derin anlamı ile temel amacı saptanmaktadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar | Yapıbozumcu ve Semiotik Yaklaşımlar Işığında Tanpınar Hikayeleri
Bu kitapta, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın seçilen hikâyeleri yapıbozumcu ve semiotik yaklaşımların ışığında yorumlanmış ve değerlendirilmiştir. Nesir dilinin ritminde ifade bulan “kısa hikâye“nin romandan aldığı kategorileri şiirsel bir dilin eksiltili yapılarıyla nasıl bağdaştırdığı ve romanın aksine, bir isyanın ve başkaldırının ifadesi olarak kullandığı tartışılmıştır. Kısa hikâyenin sembollerde bezenmiş, eksiltili dil unsurlarında ifadesini bulan teması, okuyucunun da katkısıyla bütünleşecektir.
Bu kitaptaki yorumlar, bazı modern İngiliz ve Amerikan yazarlarının eserleri kullanılarak yapılan mukayeseli bir çalışmanın da ürünüdürler.
Karanlığın Işığı | Okült Evrene Yolculuk
“Korktuğumuz şey, bilinmeyen değildir aslında, Zihin, bildikleriyle bilinmeyeni algılayamaz,
Çünkü zihin bildiği şeylerden başka birşey değildir…”
Krishnamurti böyle diyor… Elinizdeki kitap Yaradılış ile başlarken geçmişin anılarının aslında geleceğin öngörüleri olabileceğini düşündürüyor, yanısıra da Mezopotamya, Meksika ve Nil Vadisi’ni araştırıyor ve inançlarımızı sorguluyor. Sonra kötülüğün doğasını izlerken, sorumlunun Şeytan mı yoksa insan mı olduğu anlatılıyor. “Karanlığın Işığı” Sosyalizm’i ruhsallık ve teosofik düşünce ile karşılıştırırken, bilgi ırmağının ölüme, ölüm ötesine ve yeniden doğuşa yönelerek Parapsikoloji evrenine derin ve ayrıntılı bir yolculuk yapıyor, günümüzde solmaya başlamış olan bu konunun temelleri ve en önemli isimleri gözden geçiriliyor. Madame Blavatsky, Ouspensky, Gurdjieff, Steiner, Shirley MacLaine, Ramtha ve Carl Sagan okuyucunun karşılaşacağı eşsiz ve şaşırtıcı isimler. Dünyada evrene bakarken ister istemez dünya dışı varoluşu tasarlıyor, UFO’ları izliyor ve “Biz Dünyada Doğmadık…” diyoruz…
W. Cantwell Smith 1962’de yazdığı “İnancın Değişim Anlamı” adlı yapıtında; “İnançlarımızı korumak için, çok acil bir yardıma ihtiyacımız vardır, aksi halde mahvolacak ve yaşamımızın temel ruhsal enerji kaynağı olan dinsel inançlarımızı yitireceğiz ve Tanrı o zaman bu aptallığımız için bize yardım etmeyecek…” diyordu. Şu anda baktığımız pencereden kendimizi ve geçmişimizi gözlemlemeye devam ettiğimiz takdirde, belki de insanlığın sonuna tanık olduğumuzu söyleyebiliriz… Neyse, fazla söze gerek yok, okuyun, sanırım yeterli olabilir ve siz de farklı düşünebilir ve özgürlüğe ulaşabilirsiniz, neyin özgürlüğü mü? Ruhunuzun inançlarınızın ve düşüncelerinizin…
Panaya Kapulu | Meryem Ana Evinin Sırrı
Meryem Ana Evi ve mezarına ilişkin cevapsız sorular, mezarda olduğu varsayılan İncil üzerine binlerce yıldır tartışmalar sürmektedir. Zira bu kayıp İncil kimin eline geçerse, Hıristiyanlık dünyası kadar İslam dünyası açısından da çok farklı sonuçlar doğuracaktır. Çünkü günümüzün küresel gücünü yönlendiren Neo-Con Evangelist Bush ve çevresi, teolojik adıyla Aziz Evangelist Yuhanna’nın ‘Apocalyps’i yani kıyameti anlatan vahiy’ine büyük önem vermektedir. Vatikan’ın Aziz Pavlus ve Protestanların Evangelist Aziz Yuhanna üzerinden sürdürdükleri amansız mücadele Panaya Kapulu Meryem Ana Evinin bilinmezlerinde kilitlenip kalıyor.
Panaya Kapulu’nun gizemi günümüzde giderek çağımızın en büyük sırrına dönüşüyor. Çünkü, dünyanın yeni dengesini oluşturacak Armageddon Savaşı’yla ‘Vaadedilmiş Topraklar’ı müjdeleyen Evangelist Yuhanna’nın bazilikası buradadır. Yani Meryem Ana, Kabbala yorumlarında en son zaferle fethedilecek ülke olan Edom’dadır. Ne ilginçtir ki; Anadolu’nun ilkçağdaki adı da Edom’dur.
Bu nedenle, Ortadoğu’ya, Mezopotamya’ya, Bağdat’a ve Asya’ya açılan kapı olan Anadolu, bugün, Hıristiyanlık için geçmişte olduğundan çok daha fazla önemlidir. Evangelistler, Ekümenikler, Vatikan, Quatman, Gschwind Vakfı ve Papalar artan bir ilgiyle Panaya Kapulu’da toplanıyor. Bu gelişmeler akla ister istemez Evangelizm adına bir sonraki hedefin Anadolu mu olacağı sorusunu getiriyor. Bu da tüm dikkatimizi kitapta anlatılan olaylar üzerine yoğunlaştırıyor.
Meryem Ana Evinin Sırrı, Ata Nirun’un bu çok özel çalışmasında, ilk kez yayınlanan belge ve fotoğraflarla okuyucuyla buluşuyor.