İstanbul Hatırası
Tarihî yarımadada işlenen sıra dışı bir cinayet, Başkomser Nevzat’ı harekete geçirir. Katil, avcuna antika bir sikke bıraktığı kurbanın cesedi üzerinden çözülmesini istediği bazı mesajlar vermiştir. Aynı cinayet ritüelinin parçası olmuş kurbanlar peşi sıra gelir; tüm kurbanların elinde bir sikke vardır ve her biri şehrin parlak dönemlerinde yaşamış bir imparatorunun döneminden kalma tarihi bir yapının önüne bırakılmıştır. Kurbanların ortak özelliği, İstanbul’a olan ihanetleridir. Peki katilin özelliği nedir?
Byzantion, Konstantinapol ve İstanbul… Sahipleri, sakinleri değişse de, yeni isimler edinip farklı karakterlere bürünse de değişmeyen bir şey var tarihi yarımadada; eskimeyen güzelliği. Ahmet Ümit İstanbul Hatırası’nda artık tehdit altında olan bu güzelliği merkeze alıyor ve yüksek gerilimli polisiyesiyle okuru hipnotize ederken aktardığı tarihi bilgilerle İstanbulluluk bilincini de canlandırmaya çalışıyor.
Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul… Sisler içinde deniz… Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet’in minareleriydi görülen, Ayasofya’nın kubbesi, Topkapı Sarayı’nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi… Büyülü bir bulut gibi… Bir masal imgesi gibi… Yeni kurulmuş bir kent gibi… Taze bir başlangıç gibi… Genç, umutlu, güzel…
Işık Taşı I – II – III – IV
Suskun Nefer / Işık Taşı I
Yukarı Mısır’da yasak bir bölge.. Krallar Vadisi’ndeki mezarları yapmak ve süslemekle görevli sanatçıların ve ustaların oluşturduğu bir lonca… Korkunç görünüşlü muhafızlarca korunan bu gizemli köyün, loncanın faaliyetleriyle yakından ilgili bir de adı vardır: Hakikat Meydanı. Dışarıdaki kimsenin girmesine izin verilmeyen bu köyde yaşayanlar sırdır. Köy sakinleri sadece kendi kurallarına ve Büyük Ramses’e bağlıdırlar.
Bir gün muhafızlardan biri öldürülür ve köyün üzerine kara bulutlar çöker. Köyü kim yok etmek istemektedir? Hakikat Meydanı’ndaki hain veya hainler kimler olabilir? Christian Jacq, bu destansı romanda firavunların yazgısını, saray çevresindeki entrikaları, sanatçıların dehasını ve insanoğlunun tutkularını işliyor.
Bilge Kadın / Işık Taşı II
Hakikat Meydanı’nın zanaatkarları Büyük Ramses’in ölümünden beri büyük bir tedirginlik içindedir. Köy, “bilge kadın” olarak anılan Işık’ın tüm çabalarına rağmen tehlike altındadır. Suskun Nefer, yolsuzluk ve zorbalıkla suçlanmaktadır. Ayrıca İki Ülke’nin başkenti Per Ramessu’da dönen dolaplar iktidarı zayıflamakta, saray tarafından yapılan yiyecek ikmalinin kesintiye uğraması, zanaatkarların aletlerine düzenlenen sabotajlar, maden rezervlerinin gitgide azalması ve sınırlarda toplanan düşman orduların güç birliğine gitmesi köyü adım adım uçurumun eşiğine sürüklemektedir.
Christian Jacq bu sürükleyici romanda, günümüzden binlerce yıl önce Mısır’da gerçekleşen komplolar, hırsızlıklar cinayetler ve suistimallerle baş etmek zorunda kalan kahramanların macerasını anlatıyor.
Cesur Paneb / Işık Taşı III
Hakikat Meydanı, Firavun mezarlarının yapımıyla görevli bir grup zanaatkârı barındıran, çölün ortasındaki gizemli köy.. Ve köyün sıradışı üç sakini: Ustabaşı Suskun Nefer, Bilge Kadın Işık ve gözü pek, dâhi sanatçı Cesur Paneb. Ancak bu köyde, ne pahasına olursa olsun Işık Taşı’nı çalmaya kararlı olan ve kimliği bir türlü saptanamayan bir de hain yaşıyor… Sınırlarda isyan tehlikesi baş göstermiş ve Mısır iç savaşın eşiğine gelmişken, başkent Per Ramessu’daki Firavun II. Seti de, Teb’e hâkim olmak isteyen öz oğluna karşı bir ordu gönderme hazırlığında.
Cesur Paneb, ilk iki kitap Suskun Nefer ve Bilge Kadın’dan sonra, yaşamlarını Hakikat Meydanı’na adayan kahramanlarımızın direnişini anlatan büyük maceranın üçüncü kitabı.
Hakikat Meydanı / Işık Taşı IV
Hakikat Meydanı yastadır… Ustabaşı Suskun Nefer’in vahşice öldürülmesinden sonra, köyde kötülük dolu bir gölge dolaşmaya başlamıştır. Per Ramessu’da da durum farklı değildir; Kraliçe Tausert barışı korumak için elinden geleni yapsa da, kraliçelik tacı, Mısır’ın başında güçlü bir erkek görmek isteyen askerlerin tehdidi altındadır. Tausert Paneb’den yardım ister. Aralarında sıcak bir dostluk kurulur; ancak bir “ölümlü”nün bir “yıldız”a yaklaşabilmesi mümkün müdür?
Gücü Hakikat Meydanı sakinleri tarafından kabul edilmiş olsa da, büyük bir yalnızlık içindedir Paneb. Bir yandan hayatı tehlikede olan bilge kadını koruyup hainin planlarına engeler olurken, diğer yandan firavunların ebedî istirahatgâhlarını birer şahesere dönüştürecek ilhamı yakalamak zorundadır… Ne var ki manevî babası, Suskun Nefer’in ölümü Paneb’i umutsuzluğa itmiştir… Eğer Cesur Paneb de vazgeçerse, Hakikat Meydanı’nın varlığını, onun da ötesinde, Mısır’ın büyüklüğünü ve ölümsüz gücünü kim koruyacaktır?
Yüzyıllık Yalnızlık | ilk baskı
“Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları birörnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı iki yıldan daha az bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı… Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım… Bu romanı büyük bir dikkatle ve keyifle okuyan ve hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan hiçbir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek satır bulamazsınız.””
Taranta Babu’ya Mektuplar
Taranta Babu’ya 8. Mektup
Mussolini çok konuşuyor TARANTA – BABU!
Tek başına
yapayalnız
karanlıklara
bırakılmış bir çocuk gibi
bağıra bağıra
kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutuşup
korkuyla yanarak
durup dinlenmeden konuşuyor.
Mussolini çok konuşuyor TARANTA – BABU
çok korktuğu için
çok konuşuyor!.. Nazım Hikmet
Dürr-i Meknûn
Kelime anlamı “mahfazalı dizili inci” olan Dürr-i Meknûn, 15. yüzyılın ikinci yarısında Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan tarafından yazılmıştır. Eser dinî, tasavvufî ve efsanevî bir nitelik taşır. Dürr-i Meknûn’da cennet, cehennem ve kıyamet gününe ait tasvirlerden geçmiş yüzyıllardaki medeniyetlere ait bilgilere, gökyüzündeki yıldızlar ve bunların özelliklerinden yeryüzündeki dağlar, nehirler, adalar ve buralarda yaşayan kimisi yarı insan yarı hayvan olan canlılara kadar her türlü bilgiyi bulmak mümkündür. 15. yüzyıl Osmanlı kültür dünyasının genel bilgiler ansiklopedisi niteliğinde olan eserde coğrafya ve kozmografyaya ait bilgiler de geniş yer tutar. Bu sebeple Dürr-i Meknûn, 15. yüzyılda yaşayan insanların dünyayı ve evreni nasıl algıladıklarını gösteren önemli bir eserdir.
On sekiz bölümden oluşan eserde çeşitli ayet, hadis ve hikâyelerle dünyanın yaratılışı, yeryüzü ve gökyüzü, bazı peygamberlerin kıssaları ve kıyamet alâmetleri anlatılır. Öğretici nitelikli eserde bu yolla halkın aydınlatılması amaçlanmıştır.
Dürr-i Meknûn’un birçok nüshasının olması, o dönemde çok okunan bir eser olduğunu gösterir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde de bu eserin dört nüshasının bulunmasından, Osmanlı padişahlarının da bu esere ilgi duyduğu, değer verdiği ve okuduğu düşünülebilir.
Esmeralda (Notre – Dame’in Kamburu)
Notre Dame’ın Kamburu, iyi kalpli bir kambur olan Quasimodo’nun, annesini arayan güzel çingene Esmeralda’nın ve onu aklından çıkaramayan başrahibin hikâyesi ve çok daha fazlasıdır.
“Quasimodo”, Paskalya’dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi’nde Notre-Dame Kilisesi’nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başrahip Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine aldı ve ona Quasimodo adını verdi. Onu büyüttü ve zangoçluk işini verdi; ancak çanın sesi altın kalpli Quasimodo’nun giderek sağır olmasına yol açacaktı. Quasimodo, koruyucusu kabul ettiği Frollo’ya büyük bir sevgi ve bağlılık duyarak büyür. Oysa başrahip karanlık içdünyasına hapsolmuş, dizginleyemediği nefretinin pençesinde kıvranan biridir.
Hayatı, çanlar ve Notre-Dame Kilisesi’nden ibaret olan Quasimodo, güzeller güzeli çingene kızı Esmeralda’ya, ilk görüşte büyük bir aşkla vurulur. Ne var ki başrahibin gözü de Esmeralda’dadır. Esmeralda’nın dünyasındaysa Yüzbaşı Phœbus’ten başka hiç kimseye yer yoktur. Artık sevgi ile nefretin, iyilik ile kötülüğün kıyasıya mücadelesidir yaşanan.
Victor Hugo, olayları ince ince ördüğü Notre-Dame’ın Kamburu adlı ünlü eserinde, insan hayatında kaderin yerini de sorgulamış, kaleme alındığından bu yana birçok sanat eserine, özellikle de filmlere esin kaynağı olan muhteşem bir roman çıkarmıştır ortaya.
Notre-Dame’ın Kamburu aynı zamanda Paris kentinin romanıdır. Hugo, şehrin o dönemini adım adım, duvar duvar, tarih tarih, o olağanüstü zengin diliyle anlatmış, Paris’in, diğer karakterlerden rol çalmasına yol açmıştır.
Türklerin Tarihi | Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl
Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar …Türkler adıyla tarihe geçen bu boylar, aileler ve kavimler bütünü batılıların gözüyle çoğunlukla barbarlığın simgesi olsalar da Orta Asya’nın yüksek uygarlıklarından birini ve bazen küçük devletlerinin bazen de devasa imparatorluklarının sınırları dahilinde kültürler arası barışı ve huzuru tesis ettiler. Bazen memluk, bazen efendi ve bazen de birbirlerinin en amansız düşmanıydılar. O en baştan beri inandıkları dinlerinden hiç vazgeçtiler mi, ne kadar Budist ne kadar Hıristiyan ne kadar Yahudi ve ne kadar Müslüman oldular? Tüm bu yüzyıllar boyunca tek arzuları, tüm o savaşlar, yağmalar, fetihler, din değiştirmeler ve sergilenen bilgelikler sadece barışa ve huzura kavuşmak için miydi?Altay Türklerinde Ölüm, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Moğol İmparatorluğu Tarihi, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, Türklerin ve Moğolların Eski Dini’nden sonra ünlü Türkolog Jean-Paul Roux sizi 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa, bildiğinizi sandığınız ya da hiçbir fikriniz olmayan olaylara, insanlara ve inançlara tanıklık etmeye davet ediyor.
Tüfek, Mikrop ve Çelik
Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların 13.000 yıllık tarihi…
İnsanlık tarihi, devletler, savaşlar, keşifler, icatlar ve yeniliklerle doludur. İmparatorluklar kurulup yıkılırken, tarihin seyrini değiştiren, kıtaların kaderlerini belirleyen olaylar yaşandı. Ancak insanlık tarihi nasıl başladı ve nasıl şekillendi? Anadolu ve Orta Doğu coğrafyası tarihin akışında neden bu kadar önemli? Neden Avrasya’da atlar evcilleştirilebilirken Afrika’da zebralar evcilleştirilemedi? Neden Amerika kıtasının yerlileri Avrupa’yı istila etmedi de tersi oldu? Neden bazı toplumlar zenginken diğerleri fakir kaldı?
Tüfek, Mikrop ve Çelik, insanlık tarihinin en can alıcı ve önemli sorularını soran ve bilimsel kanıtlarla yanıtlayan muhteşem bir eser. Biyoloji, coğrafya, dilbilim ve tarih gibi birçok alandan yararlanarak yazılmış, “Batılı” koşullandırmalardan arınmış, geleceği gösteren bir tarih kitabı.
Dinlerin nasıl doğduğu, devletlerin nasıl kurulduğu, mikropların ve onlara bağlı hastalıkların nasıl oluştuğu, tarım ve hayvancılığın hayatımızdaki önemi, yazının neden icat edildiği, insanoğlunun teknolojiyi nasıl ve neden geliştirdiği, insanlık tarihinin temellerinin neler olduğu ayrıntılarıyla bu kitapta inceleniyor.
Ve tüm hikâye bundan 13.000 yıl önce Orta Doğu’da yaşayan bir insanın bir buğday tanesini toprağa ekmesiyle başlıyor.
“Sanatsal, bilgilendirici ve eğlenceli… Bir konunun daha önce akla hiç gelmemiş yönlerini aydınlatan bir pencere görmek gibisi yoktur ve Jared Diamond da tam olarak bunu yapmış.”
-William H. McNeil, New York Review of Books-
Gizli Emir
Sadece Türk toplumunun değil, bütün toplumların korkularım ve bekleyişini anlatan Melih Cevdet Anday, Gizli Emir’de “umudu” kaleme alır. Bekleyişin umutla başlayıp umutsuzluğa gidişinin oldukça ince bir ironiyle anlatıldığı roman, Salâh Birsel’in dediği gibi ” Gizli Emir
Türkçenin en güçlü romanlarından biri”dir.
Zamanın ötesinden, zamansız ve mekansız olaylar, korkular, umutlar, bekleyişler…
Her şeyin insan için olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyan Gizli Emir, kurtuluşu kendi içinde aramak yerine başkalarında arayanlara da çok şey anlatıyor.
Kaptır söylüyorum sana oğlum, saymıyor musun beni? Bak, senin hükmün önündeki sanduğa geçer, belediyeye karışamam. Karıcık günler bugünler, emir gelecekmiş diyorlar. Emir gelirse ne yapacağız o zaman? Emir gelirse ne sanduğun kalır, ne bir şeyin. Anladın mı oğlum?
“Bence Gizli Emir Tükçenin en güçlü romanlarından biri, belki de birincisi. Yazar sadece birtakım olayları sıralamakla yetinmiyor, onlarla yoyo oynar gibi oynuyor. Gerçekler ustaca yürütülen bir uslamlamanın pertavsızından geçirildikten sonra sunulmuş. Melih, bu romanıyla son elli yılın insanlık tarihini, insanlık çilesini vermek istemiştir. Bu, bizim toplumumuz olduğu kadar, Fransız, İspanyol İtalyan, Alman, Amerikan, Portekiz vb. toplumu da olabilir. Bir kent düşünün ki herkes gizli buyruk beklemektedir. Bu buyruk insanları kurtuluşa ulaştıracaktır ama, yılardan beri beklenildiği halde bu gizli buyruk yüzünü göstermemiştir. (…) Nedir, herkesin beklediği de kendine göre bir gizli buyruktur. (…) Bunca bekleme, yığınların gizli buyruktan umut kesmelerine yol açacak bir nitelik gösterirse de, onun geleceğini ortaya koyan belirtiler de vardır. Gelgelelim bu belirtiler de gizli buyruğun bir tane olmadığını ortaya koymaktadır. (…)
Atılganlık | Kendinize Yatırım Yapın!
Kitabın ilk baskısı “Atılganlık Hakkınızı Kullanın” adıyla yayımlanmıştır.
Profesyoneller ona… Atılganlık üzerine en iyi kitap…” diyorlar.
“Atılganlığın ukala kitabı, atılgan olmayanların kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmesini, saldırgan olanların da sakinleşmesini sağlıyor. -USA TODAY, 6 Nisan 1995
“Rakibi olmayan gerçek bir klasik.” –
Dr. Aaron Beck, Psikiyatrist
“Aşk Hiçbir zaman Yetmez”in yazarı
“Yalnızca atılganlık üzerine en iyi kitap olmakla kalmıyor, aynı zamanda kendini geliştirme kitapları içinde de bir standart oluşturuyor. ”
– Dr. Allen Fay, Psikiyatrist
“İstersem Yapabilirim” ve “POR”ın yazarı
“Atılgan yaşama konusunda birçok rehber kitap var, ama bu hiç şüphesiz onların en iyisi…”
-Dr. Cyril M. Franks, Psikolog
“Çocuk ve Aile Davranışları Terapisi”nin editörü
“…Günlük sorunlarla başaçıkabilme konusunda örneklerle dolu… yetersizlik duygularını düzeltiyor.”
-Los Angeles Times
“Ulusal anket sonuçlarına göre, en çok satan kitaplar listesinin başında… Bazı ruh sağlığı uzmanları ona ‘atılganlığın kutsal kitabı’ diyorlar. Bu mükemmel bir kendini geliştirme kitabı.” Kendini Geliştirme Kitapları Rehberi Eşit ilişkiler devrimini başlatan ve bir milyon satan kitabın tamamen yeni yedinci baskısı. Uzman psikologların birinci tercihi olan “Atılganlık Hakkınızı Kullanın” basılmış en eksiksiz, pratik ve yetkin atılganlık kitabı.