Bir şeye baktığımızda ne görüyoruz? İnsana, duruma, yere göre değişen bu algı, bir şeyi görüş biçimi, ancak resimle gösterilebilir, açıklanabilir der Hockney. Resim ile kastettiği de sadece tablo değil; fotoğraf, çizim dahil her tür imgedir; ve bu anlamda resim yapan herkesin karşılaştığı bir sorunu ele alır: İnsanlar, şeyler ve mekânlar üçboyutlu olduğuna göre bunlar düz bir yüzeyde nasıl gösterilebilir, açıklanabilir? Bu amaca yönelik çabalarla ortaya çıkan sonuçlar, genelde tablo, fotoğraf, film diye tek bir kategoride sınıflandırılıyor. Ya da tarih ve üsluba göre tasnif ediliyor: Ortaçağ, Rönesans, Barok vb adlandırılan dönemlere ayrılıyor. Hockney ise bütün imgeleri; ister fırça, ister kamera ya da dijital programla yapılsın, ister mağara duvarlarında veya bilgisayar ekranında görülsün, öncelikle resim olarak niteliyor. Çevremizdeki dünyayı –ve böylece kendimizi– anlayabilmemiz için de resmin tarihine ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Resmin tarihi işte elinizdeki bu kitaptır.

Resim ve çizimler yapmak, kameralarla imgeler üretmekle geçen yaşamı boyunca edindiği bilgi ve enerjiyle sanatçı Hockney, sanat eleştirmeni Martin Gayford’la birlikte bin yıl boyunca resimlerin neden ve nasıl yapıldıklarını araştırıyor. Düz bir yüzey üzerine yapılan işaretler neden ilginçtir? Hareketsiz bir resimde hareketi nasıl gösterirsiniz? Veya tam tersi, film ve televizyonu eski usta ressamlarla nasıl bağdaştırabilirsiniz? Zamanı ve uzamı tuval ya da ekranda statik bir imgeye sığdırmanın, indirgemenin yolları nelerdir? Resimler bize ne gösterir – yalan mı söyler, gerçeği mi gösterir? Fotoğrafların gösterdiği dünya yaşadığımız, deneyimlediğimiz dünya mıdır?