İm Bilse Er Ölmes – Nâzım Hikmet ile Don Quijote’nin Arzu Serüvenleri
Ölümsüz gençliğin şövalyesi
ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun, haklının:
önünde, şirret, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun, fakat kahraman Rosinant’ı.
Nâzım Hikmet
Nâzım Hikmet, köşeye sıkışmış hissettiği anlarda kimlere, hangi kahramanlara öykünüyordu, sığınıyordu? En önemlisi, adına şiir yazdığı Mahzun Yüzlü Don Quijote, bu kahramanlardan biri miydi? “Bunları onun düşünüp duyumsadığı kadar bilmek mümkün değil ama bunun yapıtları yardımıyla düşünülmesinde sayısız yarar umanlardanım ben de,” diyen Mahmut Temizyürek’in bu bakışı bizi kitap boyunca pek çok çağrışıma itiyor.
Nâzım Hikmet’in yaşamı çetin bir tren yolculuğuysa eğer –hem de en çetini, Sibirya Ekspresi belki– her istasyon, şairin yeldeğirmenlerine karşı mücadele verdiği bir uğraktır. Mahmut Temizyürek de aynı kompartımanda yola koyuluyor. Uzun güzergâh boyunca Dostoyevski’yi, Kaşgarlı Mahmud’u, Girard’ı, Vico’yu, Foucault’yu ve daha nicelerini yoldaş seçiyor kendine. Yolculuk sırasında dostluklar kuruyor, münakaşalara giriyor. Bunu yaparken, bir çağrışım zinciri boyunca ilerleyip Türkçe’nin ve edebiyatın sınırlarına dek gidiyor; bizi de yanında götürüyor.