
Brigitte Bardot
İlk filmini 1952 yılında “Le Trou Normand-Crazy For Love”ı çevirdiğinde yalnızca 18 yaşındaydı. Bu filmden sonra Roger Vadim ile evlenen Bardot, 1953’de, Fransa’dan çıkıp İngiltere’de Kirk Douglasile “Act of Love” filminde oynadı. Fransa’da oynadığı bir çok filmle 1957’de sinemanın en ünlü seks sembollerinden biri olan Bardot’un ünü Fransa’dan tüm dünyaya yayıldı.
1956 yılında kocasının yönettiği “Ve Tanrı Kadını Yarattı” adlı filmde oynadı. Bu film Bardot’yu uluslararası bir üne kavuşturdu.
Daha sonra 1963 yılında Bardot Jean-Luc Godard’ın Le Mépris filmindeki rolüyle de çok büyük başarı yakaladı. Brigitte Bardot, Louis Malle’ın 1965 yapımı filmi Viva Maria! ‘daki rolüyle BAFTA ödüllerine en iyi başrol kadın oyuncu dalında aday oldu ve fransız entellektüel kesimin de ilgisini çekmeyi başardı. Bardot aynı zamanda Simone de Beauvoir’ın 1959 yılındaki “Lolita Sendromu” adlı denemesine konu oldu.
50 sinema filmde oynadı, 1975 yılında son filmi “Il Sorriso del Grande Tentatore”yi çevirdikten sonra 40 yaşında sinemayı bıraktığını açıkladı.

Hasretinden Prangalar Eskittim
Türk edebiyatının unutulmaz şairlerinden Ahmet Arif, en sevilen şiirlerinin bir araya geldiği Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı ile edebiyatseverlerin gönlünde taht kuruyor. İlk baskısı 1968 yılında yapılan şiir kitabı, yeni baskılarıyla yaklaşık 50 yıldır okur kitlesini genişletmeye devam ediyor. Nefes kesici dizeleriyle okurlarının yüreğine dokunan Hasretinden Prangalar Eskittim, şairinin yaşamı ve fikir dünyasına dair eşsiz bilgiler sunuyor.
Ahmet Arif’in en bilinen şiiri Hasretinden Prangalar Eskittim, yayınlandığı ilk günden itibaren gördüğü müthiş ilgi dolayısıyla şairin kitabına da adını veriyor. Ahmet Arif’in hayattayken yayımlanan tek kitabı olan eser, günümüzde Türkiye’de en çok satan şiir kitapları arasında yer alıyor.
Fiilen ve fikren bir toplum insanı olan şair, bu yönünü şiirlerinde de fazlasıyla hissettiriyor. Dizelerinde halk edebiyatı ögelerine bolca yer veren sanatçı, günümüzde birçok şarkı ve türkünün künyesinde “söz yazarı” olarak yer alıyor. Şairin dizelerini geniş bir halk kitlesine ulaştırma konusunda, Türk müziğinin dev sanatçıları Cem Karaca ve Ahmet Kaya’nın da büyük rolü bulunuyor.
1960’lı yılların edebiyat dünyasında büyük yankı uyandıran “Toplumcu Gerçekçilik” akımı, Hasretinden Prangalar Eskittim’de güçlü bir lirizmle buluşarak okurlarına ulaşıyor. Siyaset ve devrimci harekete oldukça yakın bir fikri düzlemde duran Ahmet Arif, şiirlerinde aşk ve özlem gibi duyguların beraberinde toplum gerçeklerini de yoğun bir şekilde aktarıyor.

İçimizdeki Şeytan
Sabahattin Ali’nin 1940 yılında yayımladığı bir romandır.
Roman, Macide ve Ömer isimli iki önemli karakterin aşkını içerir. Eserde kişilerin iç konuşmaları ve kendileri ile hesaplaşmaları yaygın olarak kullanılmış, bu yolla duygu ve hisler çok başarılı bir şekilde anlatılmıştır. Ömer’in sürekli kendini sorgulaması,olaylara çözüm üretmek istemesi ve başarısız olması göze çarpan hususlardandır. Ömer bu sıkıntıları içindeki şeytandan kaynaklandığına kanaat getiriyor. Bu romanında, Sabahattin Ali toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın “kapana kısılmışlığını” etkileyici bir biçimde anlatıyor. Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, “insanın içindeki şeytan”a keskin bir bakış.

Yüzüklerin Efendisi ve Felsefe
Giriş: Tolkien ve Felsefe
BİRİNCİ BÖLÜM: Yüzük
1- Tolkien’in Yüzükleri ve Platon: Güç, Seçim ve Ahlak Üzerine Dersler: ERIC KATZ
2- Cehennem Çatlakları: Gelişen Teknolojilerin Tehdidi ve Tolkien’in Güç Yüzükleri: THEODORE SCHIKC
3- Kıymetlim: Tolkien’in Fetiş Yüzüğü: ALISON MILBANK
İKİNCİ BÖLÜM: Hobbitler ve Elfler Arasında Mutluluk Arayışı
4- Tolkien’in Altı Mutluluk Anahtarı: GREGORY BASSHAM
5- Sam ve Gollum’un Mutlu Yaşam Arayışları: JORGE J.E. GRACIA
6- Lorien’e Veda: Varoluşçuların ve Elflerin Mutluluğu: ERIC BRONSON
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Orta Dünya’da İyi ve Kötü
8- Tolkien, Nietzsche ve Güç İstenci: DOUGLAS K. BLOUNT
Tolkien ve Kötülüğün Doğası: SCOTT A. DAVISON
9- Yüzüklerin Efendisinde Erdem ve Erdemsizlik: TOBY DASPIT
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Zaman ve Ölümlülük
10- Ölmeyi Seçmek: Orta Dünya’da Ölümlü Olma Ayrıcalığı: BILL DAVIS
11- Tolkien’de Modernizm ve Geleneğin Önemi: JOE KRAUS
12- Tolkien’de Yeşil Zaman: Yüzüklerin Efendisi’nde Çevreci Temalar: ANDREW LIGHT
BEŞİNCİ BÖLÜM: Felsefi Sorular ve Masalsı Sonlar
13- Yüzüklerin Efendisi’ndeki Dramatik Birlik ve Tanrı Kayrası: THOMAS HIBBS
14- Konuşan Ağaçlar ve Yürüyen Dağlar: Yüzüklerin Efendisi’nde Budist ve Taoist Temalar: J.L. MCMAHON – S. CSAKI
15- Brownskirts: Faşizm, Hıristiyanlık ve Ebedi Kötülük: J. LENORE WRIGHT
16- Mutlu Sonlar ve Dini Umut: Bir Destansı Masal Olarak Yüzüklerin Efendisi: JOHN C. DAVENPORT
J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi adlı kitabı, yarım yüzyıldan bu yana bir fenomen oldu. Kitabın gişe rekorları kıran film versiyonu, The New York Post’ta Aptallar İçin Yüzüklerin Efendisi başlığıyla değerlendirildi. Bu ani popülariteden rahatsız olan Tolkien hayranları için, on yedi bilgili felsefeciden oluşan bir ekip bir araya geldi ve kitabın akla getirdiği derin felsefi sorunları çözmemize yardımcı olacak Akıllı İnsanlar İçin Yüzüklerin Efendisi’ni yazdı.
*Güç, iyilik için kullanılabilir mi, yoksa hep yozlaşmak zorunda mıdır?
*Ahlaklı yaşam, zayıf bireylerin seçtiği bir yaşam mıdır?
*Günümüzde insanlarla kurulan ilişkilerin yerini, nesnelerle kurulan ilişkiler mi almıştır?
*Yaşamda mutluluğa neden gerek duyarız? Mutlu olmak için gereken şey nedir?
*Aşk, sahip olma edimiyle mi kendini gösterir?
*Yaşamınızı sürdürmek için Güç Yüzüğüne ihtiyacınız var mı?
*Gallum’un dostu olmamasının nedeni kendisini sevmemesi midir?
*Orta Dünya ile Budizm ve Taoizm arasında ilişki kurulabilir mi?
Yüzüklerin Efendisi ve Felsefe’de, bu türden birçok araştırıcı soru soruyor ve bu sorulara yanıtlar bulmaya çalışıyor.

Matrix ve Felsefe
1999 yılında gösterime çıkan serinin ilk filmi ‘Matrix’, gerek sinema sektöründe bilim kurgu alanında dönüm noktası olması nedeniyle gerekse görsel şöleniyle solukları kesmeye yetmişti. Serinin ikinci ve üçüncü filmleri bilim kurgu sevenler tarafından büyük bir heyecanla karşılanmıştı.
Matrix’in ‘Varlık Felsefesi’ (Ontoloji), ‘Varoluşçuluk’ (Egzistansiyalizm) ve ‘Bilgi Felsefesi’ (Epistemoloji) açısından bizlere katkıları çok büyük. Hayatı, hayatın anlamını sorgulamak, yaşam amacımızı, hayat felsefemizi, misyonumuzu, vizyonumuzu belirlemek adına birçok alt mesajla dolu..
Seçim sana ait ve hayatının sonuna kadar sonuçlarıyla yaşamak zorunda kalacaksın. Mavi hapı alıp, elindeki bu kitabı rafına geri koyup Matrix’i sadece bir film olarak düşünmeye devam mı edeceksin yoksa kırmızı hapı alıp tavşan deliğinin ne kadar derinlere uzandığını keşfe mi çıkacaksın?
Etrafımızdaki dünya göründüğü kadar gerçek mi yoksa beynimiz hepimizin inandığı bu hayal ürünü dünyayı mı yaratıyor? Bu eski muamma, Keanu Reeves’in oynadığı kült film Matrix ile tekrar gün yüzüne çıkıyor.
Matrix şimdiye kadar yapılmış en felsefi filmlerden biridirve olay örgüsünün her bir adımı bir bilmece. Bildiğimiz dünya sadece düşlerimizden ibaretse bu, rüyaları gerçek mi yapar? Kendi dünyamızdan çıkıp daha gerçek fakat daha çirkin bir dünyaya geçiş yapma şansımız olsa, -kırmızı hapı almak- bu fırsatı kaçırmak ahlaki bir başarısızlık mı olur? İnsanlar kendilerinden üstün elektronik mekanizmalara değer verir mi? Beyin vücutsuz ya da vücut beyinsiz yaşayabilir mi?
Matrix ve Felsefe kitabında, profesyonel filozoflar Matrix filmini birçok açıdan ele alıyorlar: Metafiziksel, epistemolojik, etik ve estetik olarak. Bu karmaşık sanat eserinin gizli derinliklerini açığa çıkarıyorlar ve çoğunlukla da rahatsız edici gerçeklere ulaşıyorlar. Kırmızı hapı alanlar “gerçek dünyaya” asla aynı şekilde bakamıyor.

Değirmen, Dağlar ve Rüzgâr
Sabahattin Ali’nin toplamda yetmişten fazla şiiri bulunur. Bu şiirlerinden 28 tanesini Dağlar ve Rüzgâr adlı kitabında yayımladı. Bu kitap yazarın 1931-1934 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşmaktadır. Kitapta bulunan beş şiir daha önceden dergilerde yayımlanmış olan şiirleridir. Diğer şiirler ise ilk kez bu kitapta yayınlandı. 1926-1928 yılları arasında yazdığı şiirlerden 21 tanesini ise Kurbağanın Serenadı adlı defterde topladı. Almanya’da eski harflerle yazılan bu defter, zamanla el değiştirmiş olup son olarak da Asım Bezirci tarafından muhafaza edildi. Bu defterdeki sekiz şiir daha önceden yayınlanmamış olan şiirleridir.
Şiirlerindeki temalar ise tıpkı romanlarında olduğu gibi sevgi ve aşk kavramlarıdır. Hapishaneleri konu edinen şiirlerinde, hapishane yaşamının zorluğu üzerinde dururken aşk temasına ise tekrar değinir. Karamsarlık, bireysel yalnızlık, bunalma ve kaçış gibi konular da şiirlerinin diğer temalarıdır.
“Aşkını candan duymuşum
Canım yoluna koymuşum
Tam dokuz yaşındaymışım
Dünyaya geldiğin zaman.
Kimbilir nasıl güzeldin,
Göklerden yere süzüldün
Benim alnıma yazıldın
Dünyaya geldiğin zaman.”
Dağlar ve Rüzgar, Kurbağanın Serenadı ve öteki şiirler…

Sırça Köşk
1947 yılında yayımlanan Sabahattin Ali’nin birkaç kısa öyküsünden ve “büyüklere masallar” şeklinde tabir edilebilecek masallarından oluşan Sırça Köşk, dönemin devlet yönetimine ve düzenine eleştirel bir bakış sunmaktadır. Kitap, bir dönem yasaklı kitaplar arasında bulunmuştur.
Tembel ve gittikleri hiçbir yerde barınamayan üç arkadaş bir kente gelirler. Yolda gelirken içlerinden biri kendilerini rahat ettirecek bir yol bulur. Bu yol icabı geldikleri kentte dolaşıp, herkesin duyacağı şekilde ve şaşkın bir edayla “Bu ülkenin sırça köşkü nerede?” diye sorarlar. Sırça köşkün ne olduğunu halk merak eder. Üç tembel arkadaş sırça köşksüz kent olmayacağına onları inandırıp bir sırça köşk yaparlar. Köşkü gittikçe büyütürler. Sırça köşkün ihtiyaçları giderek artar, oraya giren hazır yemeye alıştığından oradan ayrılmak istemez, dışarıda kalanlar da oraya girmeye çalışırlar.
Sırça köşk giderek halka yük olmaya başlar. Halk, üç uyanık arkadaşa sorular sorar, bunlara uygun birer cevap alırlar. Sırça köşkün ihtiyaçları karşılanamadığında, sırça köşktekiler zora başvurur. Halkın yiyeceğini, içeceğini zorla alır, itiraz edenleri sırça köşkün bodrumuna kapatırlar. Halk bu beladan kurtulmaya çalışmaz, sırça köşkün adamları da köşkün hiçbir kuvvetin yıkamayacağı kadar sağlam olduğu düşüncesini yayarlar, safları inandırır, inanmayanları hile ve zorla sustururlar. Zamanla halkın vereceği bir şey kalmaz. Son koyunlarını da bir emirle getirirler. Bu durumda halkın artık korkmayacağını bilen üç tembel arkadaşın elebaşısı sesini tatlılaştırarak halk için yaptıkları fedakarlıkları anlatır.
Getirdikleri koyunların hepsini yemediklerini bir kısmını geri vereceklerini açıkladıktan sonra kellelerin halka dağıtılmasını emreder. Kelleler dağıtılır. Biri bakar ki kellelerin beyni yok. Kellelerin dili ve gözü de yoktur. Kellelerin beyin, göz ve dillerinin olmayış nedenini sorduklarında “Siz onları ziyan edersiniz” cevabını alırlar. İçlerinden biri “bana böyle başın lüzumu yok” diye kelleyi fırlatınca sırça köşkte bir delik açılır. Herkes elindeki kelleyi fırlatınca, sağlamlığına inanılan köşk tuzla buz olur. Halk normal yaşayışına döner. Olayların bu şekilde bittiği bu masalda da bir kıssadan hisse paragrafı yer alır.
« Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter. » |

Okumanın Tarihi
Alberto Manguel – Yapı Kredi Yayınları
“Bir sayfanın üzerinde yazılı harfleri okumak onun girdiği kılıklardan yalnızca bir tanesi. Artık var olmayan yıldızların haritasını ‘okuyan’ bir gökbilimci; kazanacak kağıdı oynamadan önce ortağının hareketlerini ‘okuyan’ kağıt oyuncusu; bir kaplumbağa kabuğundaki eski izleri ‘okuyan’ Çinli falcı; gecenin içinde ve çarşafların altında, sevgilinin bedenini görmeden ‘okuyan’ aşık; elini suya daldırıp da okyanusun akıntılarını ‘okuyan’ Hawaiili balıkçı: Hepsi işaretleri çözebilme ve anlaşılır kılma eylemini kitap okuru ile paylaşıyor.”
Alberto Manguel, on altı yaşında Borges’e kitap okuyarak başladığı okurluk “kariyerini” beş dilde okuyarak, yazarak, çevirerek, derleyerek dünyanın farklı yerlerinde sürdürüyor. Okumanın Tarihi Alberto Manguel’in Borges’e kitap okuduğu yıllardan, bulunan en eski kil tabletler ve CD-ROM’lara, kitap okumak için tasarlanmış yataklardan dünyanın en etkileyici kütüphanelerine dek tutkulu bir okurun çok renkli dünyasında yolculuk.

Mezarlar ve Mumyalar
TURGAY TUNA – E YAYINLARI
Gerçek ve kurmacayı ustalıkla birleştirerek belgesel bir nitelik taşıyan, heyacan verici ve merak uyandıran bir anlatı… Eski Mısır’ın gizemi iki yüzyıldan bu yana dünyanın hemen her köşesinden insanları bir manyetik alan gibi çekmeye devam ediyor. Mumyalar, mezarlar, piramitler, tapınaklar; Akhenaton, Nefertiti, II. Ramses, Kleopatra ve tabii ki mezarından çıkartılan muhteşem hazinesi kadar lanetleriyle de ünlenmiş Tutankhamon… Tarihi gizemlerle dolu Antik Mısır uygarlığı hakkında dünyada birçok kitap yayınlandı. Türk okurlar da bilinmeyene duyduğu ilgi ve merakını, çeviri kitaplarla doldurmaya çalıştı. Mısır’a görevli olarak gitmiş, orada uzun yıllar yaşamış ve defalarca mezarlara girip Teb’den Tel El Amarna’ya Antik Mısırlıların izini sürmüş; bu süreç içinde de başından birbirinden ilginç anılar geçmiş Turgay Tuna tarafından kaleme alınan bu kitabı okurken, heyecanlı bir temponun içine girecek; Antik Mısır’ın mumyalarını, mezarlarını ve bunların bulunuş öykülerini anlatıyor..

10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922
Fahrettin Altay
1880 yılında Arnavutluk’un İşkodra kentinde doğdu.1902 yılında Harp Akademisini bitirdi. İlk görev yeri olan Dersim ve çevresinde 8 yıl görev yaptı.1913’te, Çatalca Aşiret süvari Tugayının başında Balkan Savaşı sonrasında Edirne’ye kadar gelen Bulgar ordusunu püskürttü. I. Dünya Savaşı bittiğinde 3. kolordu kumandanıydı.
Kurtuluş Savaşı boyunca 12. Kolordu Kumandanı olarak Delibaş İsyanı’nın bastırılmasında, I. ve II. İnönü Savaşlarında Sakarya Savaşı’nda görev aldı.1921’de Tümgeneralliğe yükseltildi ve Süvari Grup Komutanı oldu. Kurtuluş Savaşı’nın son yıllarında Uşak, Afyon, Alaşehir çevresinde çarpışmalarda süvarileri büyük hizmet gördü. Kaçan Yunan ordusunu kovalayarak İzmir’e giren ilk süvari birlikleri Altay’ın komutasındaydı.
I. dönem ve II. dönem TBMM’de de yer aldı. Askerlik ve milletvekilliğini birlikte yürütmesi mümkün olmayınca Atatürk’ün isteğine uyarak meclisten ayrıldı ve orduda kaldı.1944’te I. Ordu Komutanlığına getirildi. Aynı yıl İran ve Afganistan arasındaki sınır anlaşmazlığında hakemlik yaptı. Hazırladığı rapor, anlaşmazlığın çözümlenmesinde yararlı oldu.1945’te, Yüksek Askeri Şura üyeliği sırasında yaş haddinden emekliye ayrıldı.26 Ekim 1974’te hayatını kaybetti.