Başyapıt – Emile Zola
Cezanne’ın gençlik arkadaşı, izlenimcilerin sadık savunucusu ve Manet’in dostu olan Zola, bu eserinde İkinci İmparatorluk Döneminde ve Üçüncü Cumhuriyet’in ilk yıllarında resim dünyasında tartışılan sorunları, kendi yaşadığı deneyimlerle, ilk elden anlatıyor.
Başyapıt, aynı zamanda sanat tarihinin ünlü olayı “Reddedilenler Salonu“ meselesini konu edinmesiyle de öne çıkmaktadır. 1863 yılında, üç binin üzerinde eser, Paris’in en prestijli resim sergisi olan “Paris Salonun’na kabul edilmemiştir. Böyle önemli bir olaya getirdiği değerli tanıklık bir yana, Başyapıt aynı zamanda bir sanatçının trajedisini de gözler önüne serer: Claude Lantier, mutlak güzellik hayalleri kuran, “her şeyi görmek ve herşeyi resmetmek, Louvre Müzesi’nin ağzını açık bırakacak bir dizi tablo yapmak“ isteyen bir ressamdır. Ne var ki çağın anlayışsızlığı karşısında, mutlakiyet hayalleri yerini hayal kırıklığına bırakacaktır ve resim kariyerine Manet gibi başlayan Claude’un sonu, Van Gogh’unkine eşdeğer olacaktır.
Kayıp Dünya – Michael Crichton
Jurassic Park’ta yaşanan korkunç olaylar, bilimin ve hayal gücünün belki de en olağanüstü rüyasını da sona erdirmişti. Dinazorlar yokedilmiş, park ve üstünde bulunduğu ada belirsiz bir tarihe kadar halka kapatılmıştı. Aradan altı yıl geçtikten sonra ortalığı bir söylenti kapladı. Orada birşeyler hala yaşıyordu.
Mihri Belli’nin Anıları
Bu kitap bir yaşamöyküsü değil. Tarih de değil. Daha çok portre eskizlerinden oluşuyor. İnsanları anlatarak toplumu, o toplumu, o toplumda beni tuttuğum yola yönelten etkenleri anlatmaya çalıştım.””Bizim anı anlatmaktaki amacımız bambaşka. Türkiye emekçisinin ileri, ferah bir Türkiye’de başı dik, insanca bir yaşama kavuşması uğruna mücadeleye katılmadıkça yaşamanın bir anlamı olamayacağına inanan genç kuşaklardan insanlar var bugün ülkemizde. Onların, geçmişte, aynı esin ve duygularla, aynı hedefe yönelik olarak gücü yettiğince bir şeyler yapmaya uğraşmış olanları tanıması gerek. Kuşaklararası gönül bağını kurmamız gerek.””Büyük bir uygarlığa beşik olmuş bu bölgenin yeni uygarlıkların alanı olabilmesi için iki halkın birlik ve dayanışmasını savundum. Besbelli ki çağımızda Ege Denizi’nin iki yakasının birleşmesi, ne Osmanlı modeline uygun bir birleşmeyle ne de megalo ideanın gerçekleşmesiyle olabilirdi. Bu, ancak, bu bölgeden emperyalizmi elbirliğiyle kovmuş olan bağımsız ve demokratik ülke halklarının özgür iradeyle gerçekleştirecekleri birlik olabilirdi.””Evet, o ajanı konuşturan Mustafa oldu. Kaplumbağalara acıyan aynı Mustafa. Köye hayrat çeşme yaptıran Irgat Mustafa. Ve bu öyküde Yunan halkının davasına ihanet eden kimse de, Faşistlerin zorlamasına karşın köyünde kalmakta direnen, oğlunun savaş arkadaşlarını ağırlamak için ne yapacağını şaşıran, entarisini sıyırıp arı kovanını bozan, top mermisinin öyküsünü en olağan birşeymiş gibi bize gülerek anlatan, oğlunun DO saflarında hem de subay olarak savaşmasından büyük gurur duyan köylü kadının, o güzel insanın öz oğlu. İç savaşın acıları yalnızca ölen insanlar, bombalanan köy ve kasabalar, yakılan ormanlardan kaynaklanmıyor.””Anadolu’da ululaşma çağı gelip çatınca soy, kültür ve anadil değil, din belirleyici rol oynamıştır
Fırtınadan Önce Şark
Ağustos 1907’de İstanbul’a gelen İspanyol gezgin, bir yıla kalmadan değişim rüzgârlarına ve savaş fırtınasına tutularak tarihe karışacak bir dünyaya adım attığını bilmiyordu.
Avrupa’da Türklerle ilgili anlatılanlar doğru değildi! Türk ne acımasız bir zalim, ne bir Hıristiyan düşmanıydı! Avrupalıların gerçekle karıştırdığı Binbir Gece, masaldan ibaretti..
Avrupa’nın iki ucunda, çöküşe giden iki imparatorluğun nasıl benzeştiğini gören İbañez, belki de bu keşfi sayesinde, günümüzde bile çarpıcılığını koruyan tespitlerini kaleme almıştı..
Boğaziçi Sayfiyeleri
“Boğaziçi Sayfiyeleri kitabını dünya gözüyle görüp, bir nüshasını, Venedik’teki St. Lazarro Adasındaki (kitabın ilk baskısının yapıldığı yer) Mikhitarist Manastırına teslim edebilecek miyim?
Eğer bunu başarabilirsem, İnciciyan’ın bu, elinizde tuttuğunuz (umarım) kitabının yeni bir yaşam öyküsü başlamış olacak.
Ben bu serüvenin halkasından başka bir şey değilim. Kitabın kendisi ise bir aşktır. Boğaziçi aşkı.
Anlattığım bu küçük serüvenin içinde yer alan kişileri toplayan, bir araya getiren tılsım da bu olmalı.”
Ferit Edgü
Mara ile Dann
Mara ile Dann, günümüzden binlerce yıl sonra, insan uygarlığını yeryüzünden silmekte olan yeni bir buz ve ateş çağının ortasında, hayatta kalmak için inanılmaz bir savaş veren iki kardeşin öyküsü. Soylu bir ailenin çocukları olan Mara ile Dann, yıllar sonra İfrik’teki yaşam koşullarına dayanamayarak kuzeye doğru yola çıkarlar. Zıt kişiliklere sahip iki kardeş bu serüveni de farklı biçimlerde yaşarlar. Mara ile Dann, yol boyunca, barbarlığın ve vahşetin boyutlarına tanık olacak, okur da onların kişiliğinde iyi ile kötünün, kadın ile erkeğin, kölelikle tahakkümün, aşkla nefretin, cinselliğin, entrikanın, insana ilişkin ne varsa onun izini sürecektir.
Derz – Hakan Günday
Bu hikâyeyi kimseye anlatmadım. Kayra’ya bile anlatmadım. Ne o sordu ne ben söyledim. İşlediğim ilk cinayet hakkında hiç konuşmadım. Tek kelime bile etmedim. Ama Kayra hep konuştu. Oysa gerek yoktu. Çünkü yanındaydım. O yaşlı adamı öldürdüğünde oradaydım. Kayra ilk cinayetini bir yastıkla işledi. 93 yaşında felçli bir adamdı. Ama felçli olması yetmedi. Kayra uyumasını bekledi. Kayra, 93 yaşında, felçli bir adamı uykusunda boğarak öldürdü. Sonra dönüp bana baktı. “Hiçbir şey hissetmedim” dedi. “Hiçbir şey hissetmiyorum” dedi. “Hiçbir şey hissetmeyeceğim” dedi. Ve o eski köy evinden çıkıp Abidjan’da bir bara gittik. Karşılıklı oturup birer flag istedik. O an soracak sandım. Çünkü söz vermiştik birbirimize. Afrika’daki ilk ayımızda ikimiz de birer cinayet işleyecektik. Kinyas ve Kayra katil olacaktı. Böylece asla dönemeyecektik evlerimize.
Derz, Hakan Günday’ın çeşitli mecralarda yayımlanmış öyküleri ile Anakara Seyir Defteri adlı fanzininden sayfaları bir araya getirdi. İyi okumalar, iyi seyirler!
Türkiye ve Oniki Ada 1912-1947
Ege Denizi’nin güneydoğusunda yer alan Oniki Ada, diğer adıyla Menteşe ada grubu hem uluslararası düzeyde, hem de Türkiye’nin dış politikasına yönelik iç siyasi değerlendirmelerde yüz yılı aşkın bir süredir pek çok tartışmanın odak noktasına yer almaktadır.
Oniki Ada, Trablusgarp Savaşı sırasında, 1912’de İtalya tarafından işgal edildikten sonra, Türkiye, İtalya ve Yunanistan arasında süren ve diğer büyük devletlerin de zaman zaman rol aldığı uluslararası çekişmelerin konusu haline geldi. İç politikada ise Lozan zafer miydi hezimet mi tartışmaları ne zaman yeniden alevlendirilse, Oniki Ada bu temcit pilavının hiç vazgeçilmeyen tuzu biberi oldu.
Dr. Hazal Papuççular, Türkiye ve Oniki Ada, 1912-1947 adlı bu çalışmasında söz konusu dönemi, konuya müdahil olmuş belli başlı devletlerin arşivlerinde yaptığı titiz çalışmanın da yardımıyla masaya yatırıyor. Oniki Ada sorununun hem tarihsel arka planını, hem de Lozan’dan II. Dünya Savaşı sonrasına giden süreçte Türk dış ve güvenlik politikasında tuttuğu yeri çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Türkiye ve Oniki Ada, 1912-1947 Oniki Ada meselesini merak edenler için vazgeçilmez bir kaynak.
Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap
Kitap, okumanın anlamı, neden okuduğumuz ve neleri okuyup neleri okumamamız gerektiği üzerine bir tartışmaya ve hararetli bir fikir alışverişine yol açacak gibi görünüyor. 960 sayfalık eser, bilgilendirici özelliğiyle tam anlamıyla bir referans kitabı olmasının yanı sıra, kendine özgü diliyle zevkle okunabiliyor. Kitaba yazılarıyla katkıda bulunanlar, ‘ölmeden önce hangi kitapları okumamız gerektiğine ilişkin uluslar ve kültürler üstü bir fikir birliği oluşturabilecek benzersiz bir liste üretmek gibi bir iddia içinde olmadıklarını’ söyleyerek, “Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap“ın, kendisini sınırlandırıcı bir liste olarak sunmaktan ziyade, çok çeşitli ulusal bağlamlarda okumalar yapmaya dair tartışmaları özendirip çoğaltmasını amaçladıklarını belirtiyor.
“Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap“ın genel editörlüğünü yapan Peter Boxall, kitap üzerinde çalışmanın kendisine roman türü hakkında pek çok şey öğrettiğini, aynı zamanda kitap sevgisinin ne denli bulaşıcı olduğunu, kitapların ne çok heyecan, dostluk ve keyif ürettiklerini de gösterdiğini söylüyor.
Peki ölmeden önce “hangi 1001 romanın okunması gerektiği“ nasıl belirlenmiş? Ya böylesine kapsamlı bir konuyu, bu kadar sınırlı bir metinle anlatmanın zorluğu, hatta imkansızlığı!
Kitabın genel editörü Boxall bu soruların yanıtlarını şöyle veriyor:
“Bildiğim tek bir şey var ki, bir insanın okuması gereken tüm kitapları içeren ve okumadan da yapabileceği tüm kitapları dışlayan nihai liste, elbette ki asla hazırlanamaz; aynı zamanda, sayının bana dayatmış olduğu sınırlar, insafsız ve dar. Ele alınan temanın kapsamı düşünülecek olursa 1001, sonuçta ufak bir sayı. Burada yer alan her başlık, kendi daracık mekânı için savaşmak zorunda ve her bir yazı belirli bir konsantre enerjiyle, sanki hayat buna bağlıymışçasına çaresizlik içinde verilen bir kendine yer açma mücadelesiyle yüklü. Ve her bir roman, aslında, ölmeden önce okumanız gereken bir yapıt…“
Kitapta, 1001 romanın yazarıyla ilgili kısa bilgiler, yazarın aldığı ödüller, romanın yazım ve yayın tarihi, özgün adı ve orijinal dili gibi bilgiler de yer alıyor.
Kapadokya – Kayalardaki Şiirsellik
Kapadokya: İnsanlık tarihinin en eski yerleşim alanlarından biri… Peribacaları, kayaoyma yapılar… Hıristiyan kültürünün temelleri;
kiliseler, duvar resimleri… Farklılıklarla “birlikte yaşama”… Doğa, tarih, kültür ve coğrafya… Benzersiz bir renk cümbüşü…
Doğu ile Batı’nın eklemlendiği, halkların, dinlerin, dillerin ve kültürlerin birbiri içinde eridiği çok özel bir coğrafya olan,
UNESCO’nun “Dünya Mirası Listesi”nde de hem doğal hem kültürel miras olarak kendine yer bulan Kapadokya, adeta bir “masal ülkesi”…
Kapadokya’yı kendi başına ve profesyonel rehber olarak yerli-yabancı gezginlerle defalarca dolaşan Faruk Pekin, sıradan bir “gezi rehberi” sunmuyor okura: Kapadokya’nın tarihî, kültürel, sosyal, dinî, coğrafi özelliklerini kapsamlı şekilde bir araya getiriyor; “bilerek gezme”ye, bölgenin çok yönlü tanınmasına önemli bir katkıda bulunuyor.Gezginler için güzergâh önerileri ve kültür turizmi çerçevesinde yaratıcı çözümler içeren, doğanın ve tarihin tüm renklerini barındıran Kapadokya kadar zengin bir kitap…