• Bize Ulaşın
    0537 364 0921
  • Bostancı / İstanbul

Tutunamayanlar

Tutunamayanlar, Oğuz Atay’ın ilk romanıdır. 1970 yılında TRT Roman Ödülü’nü kazanmıştır.

Tutunamayanlar, Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atay’ın bu ilk romanını “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak niteler. Moran’a göre “Oğuz Atay’ın mizah gücü ve duyarlığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar’ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. “Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, “saldırısı tutunanların anlamayacağı, rededeceği türden bir romanla yazar.”

Selim Işık’ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini sürmeye ve Selim’in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır. Her insana farklı bir yönünü gösteren Selim’in görüntüsü, Turgut’un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut’un gözünde netlik kazanacaktır. Romanda birçok kişi vardır ama her biri aslında Selim’in hayatındaki kişilerdir ve tüm anlatılanlar Selim Işık’ı aydınlatır. Selim Işık “düşünen ve sorgulayan insan”ın simgesidir ve bu yüzden “tutunamamış”tır.

Yıldız Ecevit’in yazdığı Ben Buradayım… adlı Oğuz Atay biyografisinin ardından, romanın pek çok otobiyografik öğe taşıdığı anlaşılmıştır.

Read More

Ben Buradayım… Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası

Edebiyatımızın kilometre taşlarından olan Oğuz Atay özellikle son yirmi yıldan bu yana büyük bir okur kitlesine ulaştı ve benimsendi. Yazarın gerek yaşamı gerekse eserleri hakkında yazılanlar ise makalelerle sınırlı kaldı. 

Modern Türk edebiyatı konusundaki ciddi ve kapsamlı araştırmalarıyla tanınan, aynı zamanda önemli bir Oğuz Atay uzmanı olan Yıldız Ecevit, ilk defa Oğuz Atay’ın yaşamını ve eserlerini kitaplaştırdı. Ecevit bu kitabında Oğuz Atay’ın yaşam öyküsünü anlatırken eserleri ile yaşamının örtüştüğü yerleri ve hayatındaki esin kaynaklarını da keşfediyor. Aynı zamanda eserlerin yetkin bir eleştirisini de yapıyor. Tutkunlarının Oğuz Atay romancılığının tüm yönlerini okuyabilecekleri mükemmel bir kitap ve edebiyat tarihimizde bir ilk…

Kitap şu bölümlerden oluşmaktadır;

Yaşam yolunda ilk adımlar
Ankara ve okul yılları
Teknik üniversite ve gençlik yılları
Ankara’da askerlik
“Askerliğini yaparken Süleyman Kargı’yla tanıştı”
“Pazar postası”
“Düşünün, bir kerede cevap verin!”
“Olaylar” dergisi
Klan
Fikriye ile evlilik
Betonar
Karşıtlıklar evreninde var olmak
Dostoyevski
Sevin
“Tutunamayanlar”
“Aklına geleni yazmış bu romancı!”
“Tehlikeli oyunlar”
“Meydan Larousse”
Pakize
“Bir bilim adamının romanı”
“Oyunlarla yaşayanlar”
“Türkiye’nin ruhu”, Halit Refiğ, Kemal Tahir
“Korkuyu beklerken”
İ.D.M.M.A’dan “Eylembilim”‘e
“Ölüm de bir rüya değil mi”
Ölümden sonra yaşam

Read More

Aylak Adam – Anayurt Oteli

Aylak Adam, Yusuf Atılgan’ın 1959’da yayımlanan ilk romanıdır. 28 yaşlarında, içerisinde hizmetçilerin olduğu evde çocukluğunun geçtiği söylenen, kumar düşkünü babaya sahip bir roman karakteri olan C.’nin hayatına anlam verecek değeri arama çabası romanda anlatılmaktadır.

Türk edebiyatında Tanzimat’tan 1950’li yıllara kadar geçen dönemde, aydınlar hemen her romanda toplum için mücadele eden idealist kişiler olarak tasvir edilirdi. Ve sonra tüm aydınlanmış olanlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren yüzlerini toplumun karanlığından kendi iç dünyasına çevirmeye başladı. Üstelik bu içine kapanma hali, gerek gerçek yaşamda gerekse de kurgusal düzlemde, sadece Türk edebiyatında değil; dünyanın her yerinde ve tüm sanat dallarında cereyan etti

Toplumun bir kısmı karanlıkta yolunu bulmaya alışmışken, aydınlıkta kalanlar ise uğruna çaba harcayacak ne bir toplum ne de hedef bulabildi. İşte Aylak Adam romanı, toplum ve aydın arasında gitgide büyüyen bu uçurumu en net şekilde gözler önüne seren Türk romanlarından biri. Yusuf Atılgan’ın 1959 yılında yayımladığı Aylak Adam, modern insana hala tutmakta olduğu ışık ile günümüzde de en çok konuşulan romanlar arasında yer alıyor.

Türk edebiyatının en güçlü modernist romancılarından olan Yusuf Atılgan, ilk romanı Aylak Adam’la edebi ve sosyolojik olarak üzerinde hala durulması gereken meselelere değiniyor. Yarattığı Bay C. adlı başkahramanla yeni toplumdaki düşünen tüm beyinlerin bir temsilini oluşturan Atılgan, boşvermişlik içinde harcanan bir ömrün hikayesini anlatıyor. Günlerini zihnindeki içsel çatışmalarla geçiren bu isimsiz ana karakter, maddi durumunun da elvermesi sayesinde hayattaki farklı zevkleri deneyimlemenin peşinde koşuyor. Ancak hepsi bir yana, kadınlar dahi ona aradığı aidiyet hissini veremiyor.

Aylak Adam romanını kendi dönemine kadar verilen eserlerden farklı kılan faktörü, tekniğinin yanı sıra nihai sonsuzluğu oluşturuyor. Okurlarına her satırda Bay C.’nin akıbetini merak ettiren eser, aranan cevabı göreli bir biçimde sunmasıyla çok daha özgün bir nitelik kazanıyor. Peki, Bay C. acaba aradığı tatminkarlığa sonunda ulaşabildi mi? Yoksa 1959’dan beri aramızda dolaşıp hayatın anlamını aramaya devam mı ediyor?

Romanın ilk baskısı 1959 yılında İstanbul’da Varlık Yayınları tarafından yapıldı. İkinci baskı 1974’te Ankara’da Bilgi Yayınevi, üçüncü baskı ise 1985’te İstanbul’da İletişim Yayınları tarafından yapıldı.

Anayurt Oteli ise Aylak Adam romanında olduğu gibidir, bu roman da tek karakter üzerine kurulmuştur. Aylak Adam’daki C’nin yerini burada otelin katibi olan Zebercet almıştır. Kendisini otelle sınırlayan Zebercet’in dış dünya ve insanlarla ilişkisi asgaridir. Otelde Zebercet ve ortalık hizmetlerini görmesi için alınan ortalıkçı kadından başkası yoktur.

Roman 1963 yılının 20 Ekim Pazar günü başlar, 22 gün sonra yine bir Pazar günü sona erer.

“Ne ölü, ne sağ” bir yaşamın kahramanı Zebercet. Gözünü ilk açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli’yle aynı kaderi paylaşıyor: Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.
Gecikmeli Ankara treniyle gelen -adını bile bilmediğimiz- kadın otelde bir gece kalır ve Zebercet’in de, Anayurt Oteli’nin de sessiz akıp giden günlerinin içeriği değişir.

Küçük ayrıntıların tekdüze şaşmazlığında nerdeyse takıntılarla sürüklenen bir yaşamın öfkesi de, çaresizliği de büyük oluyor.

Türk edebiyatının unutulmaz bir tipi ve unutulmaz bir mekanı.

Read More

Yusuf Atılgan’a Armağan

Türk edebiyatında başlıbaşına bir tarz, anlatısında sadelik içinde vardığı derinliklerle evrensel bir ses olan Yusuf Atılgan için, “Perşembe Grubu” arkadaşlarınca hazırlanan armağan kitabı. Yusuf Atılgan’ın geniş yaşam öyküsü, onunla ilgili röportajlar, yapılan söyleşiler, eserleri hakkında yazılan eleştiriler, yürüttüğü kimi yazışmalar, yayımlanmamış yazıları, çevirileri ve armağan yazıları.

Türk edebiyatında başlıbaşına bir tarz, anlatısında sadelik içinde vardığı derinliklerle evrensel bir ses olan Yusuf Atılgan için, “Perşembe Grubu” arkadaşlarınca hazırlanan armağan kitabı. Yusuf Atılgan’ın geniş yaşam öyküsü, onunla ilgili röportajlar, yapılan söyleşiler, eserleri hakkında yazılan eleştiriler, yürüttüğü kimi yazışmalar, yayımlanmamış yazıları, çevirileri ve armağan yazıları…

Read More

Türlerle Türk Sineması

2000’in üzerinde yönetmen, oyuncu ve film adı..200’ün üzerinde nadir set fotoğrafı ve afiş…Agah Özgüç’ün Türk sinema tarihinin belleğini barındıran, yılların emeğiyle, sabırla oluşturulmuş zengin arşivinden seçilen görsellerle zenginleştirilen Türlerle Türk Sineması alanında bir ilk! Türk sinema tarihini tür yaklaşımıyla süzen bu kitap, sinama tarihimizin unutulmuş bir çok ilginç yanını da tekrar gündeme getiriyor. Türk sinemasında Nazım Hikmet’in yeri, polisiye güldürü, cinsellik, kovboy filmleri, dinsel filmlerden mekan-dekor ilişkilerine kadar Yeşilçam’la ilgili söylenebilecek hemen her konuyu bir başlık altında inceliyor.
Sinemaseverlerden, araştırmacılara ve sinema öğrencilerine kadar herkesin yararlanabileceği bir kapsamı olan kitap, temel bir başvuru niteliğinde…

Read More

Türk Sinema Tarihi

1895’te doğuşundan bu yana sinema, dünyanın her yerinde insanları büyüleyen, mesaj veren, ağlatan bir sanat, tiyatronun yanında insanlığa ikinci bir ayna oldu. İşte Scognamillo da, sinemanın Türkiye’deki tarihine eğilerek, korunmamış, sahip çıkılmamış, kişisel çabalarla yaşatılmaya çalışılmış bir tarih okurun / seyircinin gözleri önüne seriyor. 1896’daki ilk sinema gösterilerinden başlayarak, 1990’lara, günümüze kadar gelen belgeler ve görsel malzemeyle destekli, titiz bir arşiv çalışmasına dayanan bir “antoloji” var okuyucunun elinde Türk sineması üç dönemde ele alınıyor: 1896–1959 arası hazırlık dönemi, 1960-1986 arası siyasal ve toplumsal çalkantıların sineması ve 1987-1997 arası yani entellektüel filmlerin, Türk sineması diriliyor mu sorusunun gündeme geldiği döneme kadar. Scognamillo’nun çalışmasını gerçek bir tarih kitabına yaklaştıran en önemli özelliği ise nesnelliği. Yazar, her dönemin ticari ve sanatsal ürünlerini, olumlu ve olumsuz örneklerini yanyana getiren bir yaklaşımla, ülke sinemasının bütününe bakıyor. Sonuçta Türk Sinema Tarihisinemanın bugününü anlamak için geçmişi ele alan, geçmişten koparmadan değerlendiren “hakiki” bir antoloji oluyor. Scognamillo, kimi zaman sözü dönemin sinemayla ilgilenen yazarlarına bırakarak, okuyucuya gerçek izlenimler de sunuyor. Türk sinemasını, ilk sinematograftan, günümüze kadar gelişiminin izlendiği bu “tarih” kitabında, aynı zamanda bir ülkenin panaromasını bulacaksınız. Her sinema/tarih meraklısının her okuyucu/seyircinin kütüphanesinde bulunması gereken önemli bir çalışma.

Read More

Bir Film Nasıl Okunur?

Sinema Dili Tarihi ve Kuramı – James Monaco 

Sinema ve medya üzerine 1977’den bu yana en temel kaynak: Bir Film Nasıl Okunur? Yazar James Monaco, bu dinamik sanat biçiminin bütün boyutlarını, başlangıcından günümüze kadar bu kitapta bir araya getiriyor. 

Sinemaya pek çok farklı noktadan yaklaşan Bir Film Nasıl Okunur?, bu sanat biçimini her bir sanat, hem bir zanaat, hem de duygu ve bilim, gelenek ve teknoloji olarak inceliyor. Filmin roman, resim, fotoğraf, televizyon ve hatta müzik gibi diğer anlatı biçimleriyle olan yakın bağını inceledikten sonra, filmin bir anlam iletmesini, daha da önemlisi filmin iletmeye çalıştığı mesajı fark etmenizi sağlayan unsurları da tartışmaya açıyor. 

Yedi ana bölümde bütün yedinci sanat: Bir Sanat Olarak Sinema…
Teknoloji: Görüntü ve Ses… Sinema Dili: Göstergeler ve Sözdizimi… 
Sinema Tarihinin Biçimlenişi… Sinema Kuramları: Biçim ve İşlev…
Medya: Her Şeyin merkezinde.. Mültimedya Sayısal devrim.

Read More

Horror (Korku) Cinema

Korku filmleri izleyicilerin kabuslarını, korkularını, tiksintilerini ve bilinmeyenin veya ürkütücü olanın dehşetini uyandırmayı amaçlıyor. Başlangıçta Edgar Allan Poe, Bram Stoker ve Mary Shelley gibi yazarların edebiyatından esinlenen korku, bir yüzyıldan fazla bir süredir bir film türü olarak varlığını sürdürüyor. Korku ayrıca fantezi, doğaüstü kurgu ve gerilim türleriyle örtüşebilir.

Korku türündeki olaylar genellikle kötü bir gücün, olayın veya şahsiyetin günlük dünyaya girmesini içerir. Yaygın unsurlar arasında hayaletler, uzaylılar, vampirler, kurt adamlar, mumyalar, iblisler, Satanizm, Şeytan, kötü palyaçolar, kan, işkence, kötü cadılar, şeytani mülkiyet, Oujia tahtaları, canavarlar, zombiler, rahatsız çocuklar, yamyamlık, psikopatlar, doğal güçler, kültler, kara büyü, distopik veya kıyamet dünyaları ve seri katiller.

En iyi korku filmlerinden, The Strange Case of Doctor Jekyll veya Godzilla gibi siyah beyaz klasiklerden The Devil’s Seed, The Wicker Man, The Shining ve The Witch’s Project’e ve diğerleri.

Read More

François Truffaut

Fransız yönetmen, senarist, oyuncu ve Fransız Yeni Dalga akımının kurucularından.

1959’da ilk filmi “400 Darbe”ye imza attı. Yarı otobiyografik film, Jean Pierre Leaud’nun oynadığı Antoine Doinel’in zor geçen ergenlik dönemini öykülüyordu. Yönetmene En İyi Senaryo Akademi Ödülü adaylığı ve Cannes’da en iyi yönetmen ödülü getiren filmden sonra Truffaut, zaman zaman Doinel’e geri dönecek ve hep Leaud’nun oynadığı karakterin yetişkinliğe geçişini sinemaseverlere sunmaya devam edecekti.

Antoine Doinel’ın öyküsü üç filmde daha sürdü. Çalınmış Buseler’de (Baisers Voles, 1968), sevgi ve sıcaklık arayan bir dedektifti. Antoine çocukluk aşkı Christine Darbon (Claude Jade) evlenecek. Aile Yuvası’nda (Domicile conjugal, 1970) Antoine ve Christine evliyiz. Ayrıca artık bir çiftin hikâyesi.. Kaçak Aşık (L’amour en fuite, 1970) filminde, Antoine ve Christine boşanma, ancak birkaç arkadaş kalır.. Antoine Doinel hayal ürünü bir kişiydi, ama bir bakıma da Truffaut idi. Onun alter egosuydu. Jean-Pierre Leaud, bu kişiliği başarıyla canlandırdı. François Truffaut ve Claude Jade meşgul edildi gibi, aynı zamanda onların kişilik filmi döngüsünde yansıtır.

“400 Darbe”nin ticari ve eleştirel anlamdaki başarısı Truffaut’nun uluslararası arenada tanınmasını sağladı. 1960 yılında çektiği sonraki filmi “Tirez sur le pianiste”, B-sınıfı Amerikan filmlerden esinlenmiş, hınzır bir zeka ve teknik erdemlerle zenginleştirilmiş daha karmaşık bir duyarlılık yansıtıyordu. I. Dünya Savaşı sonrası yıllarda iki erkek, bir kadın üç arkadaşın öyküsünü anlattığı “Jules ve Jim” ise daha sonradan bazı eleştirmenlerce Truffaut’nun en iyi filmi olarak nitelendirilecekti.

Bazı eleştirmenler Truffaut’nun son dönem filmlerinin, ilk dönemindeki kalitenin çok altında kaldığını söyleseler de Joseph McBride, “Eğer Truffaut’nun ilk eserlerindeki olağanüstü kamera hareketleri, nefes kesen kurgu ve keyif duygusu, daha sonraki filmlerinde daha az belirginse bunun sebebi anlatım ve tarzda daha bilinçli bir yaklaşım ve duygusal zenginliğin artmasıdır” diyordu. Truffaut, “La Nuit américaine” ile 1973’te en iyi yabancı film Oscar’ını kazandı, en iyi yönetmen ve senaryo dallarında Oscar’a aday gösterildi.

kaynak: vikipedi

Read More

Brigitte Bardot

İlk filmini 1952 yılında “Le Trou Normand-Crazy For Love”ı çevirdiğinde yalnızca 18 yaşındaydı. Bu filmden sonra Roger Vadim ile evlenen Bardot, 1953’de, Fransa’dan çıkıp İngiltere’de Kirk Douglasile “Act of Love” filminde oynadı. Fransa’da oynadığı bir çok filmle 1957’de sinemanın en ünlü seks sembollerinden biri olan Bardot’un ünü Fransa’dan tüm dünyaya yayıldı.

1956 yılında kocasının yönettiği “Ve Tanrı Kadını Yarattı” adlı filmde oynadı. Bu film Bardot’yu uluslararası bir üne kavuşturdu.

Daha sonra 1963 yılında Bardot Jean-Luc Godard’ın Le Mépris filmindeki rolüyle de çok büyük başarı yakaladı. Brigitte Bardot, Louis Malle’ın 1965 yapımı filmi Viva Maria! ‘daki rolüyle BAFTA ödüllerine en iyi başrol kadın oyuncu dalında aday oldu ve fransız entellektüel kesimin de ilgisini çekmeyi başardı. Bardot aynı zamanda Simone de Beauvoir’ın 1959 yılındaki “Lolita Sendromu” adlı denemesine konu oldu.

50 sinema filmde oynadı, 1975 yılında son filmi “Il Sorriso del Grande Tentatore”yi çevirdikten sonra 40 yaşında sinemayı bıraktığını açıkladı.

Read More