Enver Paşa – Makedonya’dan Ortaasya’ya
Şevket Süreyya Aydemir REMZİ KİTABEVİ
Bu kitap, bir insanın değil, bir devrin hikayesidir. Bu devir ne zaman başlar? Nerede biter? Bunu belirtmek güçtür. Çünkü tarih içinde devirlerle, bu devirlere müdahalesi olan kahramanlar, daha öncelerden gelişen birtakım şartların, oluşların mahsulüdürler. Onları bu şartlar ve bu oluşlar hazırlar. Onları bu şartlardan, bu oluşlardan kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir. Bir devri ve kahramanlarını, kendilerinden evvelki devrin doğum ağrılarından kopardığımız zaman, bu devir ve bu şahsiyetler, köksüz ve havada kalır.
Mahşer – Sansürsüz Tam Metin
“Mahşer, macera, aşk, kehanet, alegori, fantezi ve realizm öğeleriyle harmanlanmış harika bir roman.” The New York Times Book Review
Biyolojik denemeler yapılan bir kuruluştan kaçan biri, kısa süre sonra domino etkisiyle insanların yüzde doksan dokuzunu yok edecek mutasyona uğramış ölümcül bir grip mikrobunu yaymaya başlar. Hayatta kalmayı başaran korku ve şaşkınlık içindeki bir avuç insan kendilerini kurtaracak bir lider arayışı içine girer. Ve iki aday ortaya çıkar… Colorado’da bir halkevi kurmakta ısrar eden 108 yaşındaki hayırsever rahibe Abagail ve kötülükten başka bir şey düşünmeyen, kargaşadan mutlu olan şiddet yanlısı “kötü adam” Randall Flagg…
Yalnızca düşlerde var olabileceğini sandığımız karanlık bir hikâye…
II.Abdülhamid’in Hatıra Defteri | Ulu Hakan mı Kızıl Sultan mı
İşbu defter, Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han-ı Sani hazretlerinin Beylerbeyi Sarayında mahlûğ bulunduğu 1333 (1917) senesinde desti mübareki ile tahrir etmiş olduğu hatırâtı olup vefatından beş sene sonra tab ve neşrolunmak üzere Leipzig’e gönderilmesini vasiyet etmişken, hemen vefatını müteakip ahvali hazıra göz önünde bulundurularak mahalli maksuduna isal edilen nushai asliyesinden ehhem bazı mebahisin istinsahı suretiyle vücuda getirilmiştir.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Bir bütün olarak yayınladığımız bu hatıra defterinin, yakın tarihimizin bazı önemli olaylarının aydınlığa çıkmasına yardımcı olacağına inanıyoruz. Padişah II. Abdülhamid, bu hatıra defterinde yalnız döneminin iç ve dış siyasal olaylarını anlatmak ve değerlendirmekle kalmamış, din ve dünya görüşleri üzerindeki düşüncelerini de yansıtmaya çalışmıştır. Nitekim kendisi de bu konuda şunları söylemiştir.
“Uzun bir hayat ve bir devri-i hükümet geçirdim. Hatırâtım yalnız benim değil, tarihin, münhasıran tarihindir.”
Unutulmuş Osmanlı Sazları
2010 Ali Ufki Yılı konserlerinin broşürü olarak hazırlanmıştır..
Mavi Bir Günde Doğmuştu | Otistik Bir Dahinin Olağanüstü Beyninin İçindekiler
Bir matematik dahisinin beyninin benim görsel beynime hem çok benzeyip, hem de hiç benzemediğini görmek benim için büyüleyici bir deneyimdi. Daniel, foto-gerçekçi resimlerle değil, sayılar arasında kurduğu renk, biçim ve ilişki kalıpları aracılığıyla düşünüyor. Bu kitap, beynin nasıl çalıştığıyla ilgilenen herkes için bir olmazsa olmaz.
Thinking in Pictures (Resimlerle Düşünmek) kitabının yazarı Temple Grandin
Bu kitap çok geniş bir beynin özünü anlatıyor. Daniel’la çalışırken belki de bizler, hepimizin içinde varolduğunu sandığım ‘Küçük Yağmur Adam’a dokunabilmeye çok yaklaşmış olabiliriz.
Daniel’ın hayata dair samimi bir misyonu var: kendi yaşamından örnekler vererek..
Epilepsi ya da Asperger gibi rahatsızlıkların, insanın gelişiminin bütününü veya potansiyelini mutlaka engellemek zorunda olmadığını ispatlamak ve böylece diğer insanlara ilham kaynağı olmak. Daniel, tane tane konuşan, tatlı dilli, hoş, terbiyeli, nazik ve alçakgönüllü bir insan. Bu kişilik özellikleri yazılarının arasından ışık saçarak kendini gösterirken, amaçları da bir çoğumuzun amaçlarını ayna gibi yansıtıyor: yaşadığımız özel ilişkiyi daha da derinleştirmek; yine, ailemiz ve arkadaşlarımızla da daha fazla yakınlaşmak çoğumuzun hedefi olabilir.
Ben Sana Mecburum – Attila İlhan
Şair aynı ismi verdiği kitabında sadece aşk ve hasret temasını işlememiş aynı zamanda 1960’lı yılların durumunu da farklı bir dille ele almıştır.
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
Büyük Mizahçı, Mizahin Abisi Oğuz Aral…
Büyük Mizahçı, mizahin abisi Oğuz Aral…
“Avanak Avni“ ve “Utanmaz Adam“ gibi unutulmaz mizah karakterlerinin yaratıcısı, Gırgır gibi 500.000 satış rakamına ulaşmış mizah dergisinin kurucusu, büyük mizahçı Oğuz Aral… Tiyatro adamı, pandomim sanatçısı ve öğretmeni, bağlama ustası, yazar, senarist, grafiker, çizgi film yaratıcısı, ticaret dehası, seramik ve ebru ustası, ressam, aşçı… ve darbe günlerinin direnişçi aydını, Avrupa’yı Anadolu mizahıyla tanıştıran harbi adam… Bu çok yönlü, çok kültürlü, çok kabileyetli “Rönesans adamı“nın aşklar, acılar ve kahkahalarla dolu yaşam öyküsü… Korhan Atay ve Figen Kumru Akşit, Oğuz Aral’ın yaşam öyküsünün izinde Aziz Nesin’den, Altan Erbulak’a, Lüftü Akad’dan Müjdat Gezen’e bir dönemin sımsıcak dünyasını ve Hasan Kaçan, Ergun Gündüz ve Galip Tekin gibi efsane karikatüristlerin ustalaşma sürecini anlatıyor.
Daniel Martin
John Fowles’un anlatı kurma ve hikâye etme becerisinin belki de en güzel örneği olan Daniel Martin yazarın kariyerinin en önemli romanlarından birisi. Otobiyografik özellikler taşıyan bu ilk ve tek romanında Fowles, anılar eşliğinde geçmişin izini süren Daniel’in hikâyesini anlatıyor. “Flashback”lerle zaman içinde sürekli devinen hikâyede, pek çok anlatı tekniği ve roman içinde roman kurgusuyla karşılaşacaksınız. Çocukluğundan yetişkinliğine, yetişkinliğinden gençliğine sıralama gözetmeksizin, çağrışımlarla sıçrayan anlatı Oxford Üniversitesi kampüsünden İskoçya’daki bir kır evine, Nil üzerindeki tekne gezintilerinden Hollywood stüdyolarına kadar geniş bir alana yayılıyor.
Romanının, İngiliz kimliğini, daha doğrusu 20. yüzyılın sonlarında İngiliz olmanın anlamını sorguladığını söylemiştir Fowles. Ancak “çok katmanl? öykülemenin, yanılsama ve kendini aldatma temalarının ve belirsiz bırakılmış sonların ustası” sayılan yazarın İngilizlik ile birlikte çok sayıda meseleyi tartıştığı aşikâr. Zira estetik, felsefe, kültürel tarih, İngiltere ve ABD arasındaki farklar, arkeoloji ve mitler üzerine gözlem ve yorumlar bazen hikâye ve karakterler kadar önem kazanıyor.
Daniel Martin düş kırıklıklarının, hayal edilenle imkânsızlık arasındaki gerilimin, paylaşılan değerlerden kopuşların ve sessizliğin hikâyesi. Fowles dış dünyanın sert kabuğu ile hayal gücünün esnek iç dünyası arasındaki dengeyi sessizliklerle yakalamış. Sessizliği bıçak gibi kullanıyor. Toplumdan yalıtık, yalnız kalmış roman kişilerinin zihninden geçenlerle dile getirdikleri arasındaki uzaklık, boşluk, kısacası söylenmeyenler sessizliğin gücünü artırıyor.
Cengizhan’ın Kimlik Şifresi
Cengiz Han denince sorular yığılıyor aklımıza:
Cengiz Han imparatorluğunda Türkler büyük çoğunlukta olduğu halde Cengiz Han neden ‘devlet-milletine’ ‘Türk’ adını takmadı da hepsine ‘Moğol’ kimliğini taktı?!
Kendisi Türkçe konuşur muydu?
Cengiz Han’ın kişiliği nasıldı?
Tarihçilerin hemen hepsi onun için ‘tarihin eşsiz, en müthiş şahsiyeti’ diyor neden?
Cengiz Han hâlâ güncel bir konu, ama soyu ve aidiyet yönü bilimsel açıdan pek bilinmiyor. Batı O’nunla ilgili filmler, diziler çekiyor, popüler dergilerinden özel sayılar hazırlıyor, araştırmalar hazırlanıyor, bu konuda yazı yazanlar onu artık Türk değil de Moğol kabul ettiklerinden mi bu ilgi? Tabii şahsiyeti ve hayatı yeterince ilginç diye düşünüyor da olabilirler. Biz ise Cengiz Han’ı Atatürk zamanından itibaren ‘Türk büyüğü’ olarak benimsedik. O günlerden beri doğan erkek çocukların çoğuna ‘Cengiz’ adını taktık, hatta O’nun çocuklarının adı da sosyal hayatımızda yerini aldı, ‘Çağatay, Kubilây, Oktay, Batu’.
Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan bu kitapta Cengiz Han’ın kimlik şifrelerini duygusal iddialara kapılmadan çözmeye çalışıyor. Bilimsel metotlarla, en ünlü ve saygıdeğer ilim adamlarının yazılarının da yardımıyla. Ve bu arada eşine az rastlanır bu tarihî şahsiyetin hayatına bilinen bilinmeyen pencereler de açarak.
Dünyanın En Güzel Arabistanı
Dünyanın En Güzel Arabistanı, Turgut Uyar’ın 1959’da Açık Oturum Yayınları tarafından yayımlanan şiir kitabıdır. Bu kitaptaki şiirleri 1955-1958 yılları arasında Yenilik, Pazar Postası, Yeditepe, Seçilmiş Hikayeler Dergisi, Şairler Yaprağı gibi dergilerde yayımlanan şiirlerden oluşmaktadır.
1950’lerden itibaren Türk şiirinin yönelmeye başladığı , sonraları “İkinci Yeni” olarak bilinecek, yepyeni bir biçim ve içerik kanalının başyapıtı kabul edilen bu kitapta gündelik yaşantının, çevreyle iletişimsizliğin üzerine toplumsal yaşam kodları, mahalle baskısı ve kurulu düzenin dayanılmaz ağırlığı çöker…
Turgut Uyar’ın konuşulmazı konuşulur kılan, çok sesli ve çok çatışkan bu “alaycı başkaldırı” şiirleri kim bilir daha kaç kuşağın kuşağın el kitabı, rehberi, kurtarıcısı olacaktır.
Bir bağırsa sesi bütün sokaklara yeter biliyorum
Beni bu işe katmayın
Ben durur şuracıkta geleni geçeni aydınlatırım
Gece böceklerini büyütür gönenirim
Bu işi sevgiyle öptüm başıma kodum
Bunları bırak dedi, polis. İşin içyüzünü anlat biliyorsan. Sokak lâmbası tıkandı baktım. Dokunsalar ağlayacaktı. Benim dedi, tıpkı böyle dedi, kendimden konuşturulmayan yerlerde sözüm yok. Bütün diyeceğim bu kadar. Ama yok yok bir türküm daha var onu da söylemek istiyorum. Sen bırakmasan da söyliyeceğim zaten.