Birinci Dünya Savaşı ertesinde farklı beklentilerin cazibe merkezi konumundaki Paris, Doğu’dan ve Batı’dan gelen göçmenlerin akınına sahne olmaktadır. Kafeleri, tiyatroları ve galerileriyle albenili bir dünya sunan bu şehri ev olarak benimseyenler arasında, Elsa Triolet ile Louis Aragon da vardır. Elsa iç savaşın perişan ettiği Sovyetler Birliği’nden kaçmış ve geçmişte kalan kalp kırıklıklarına sünger çekerek “mutlak aşkı” bulmak arzusuyla buraya sığınmıştır. Züppe bir delikanlı olarak avare bir hayat süren Aragon için Paris’i çekici kılan bambaşka bir şeydir: Genç şair, burada Paul Éluard ve André Breton’la birlikte sürrealist hareketin en parlak üyelerindendir. 6 Kasım 1928’de Montparnasse’da gerçekleşen buluşmadan sonra, Elsa aradığı beyaz atlı’yı, Aragon ise edebi kimliğini besleyecek yeni damarı, komünizme açılan pencereyi bulmuştur. Edebi rekabetin ve üçüncü kişilerin her an bıçak sırtında tuttuğu ilişkileri, 20. yüzyılın en ünlü aşk şiirlerinden birinde vücut bulur ve unutulmaz “Mutlu Aşk Yoktur” dizeleriyle hafızalara yerleşir. Çift, İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız Direniş Hareketi’nin simgesi olur ve savaş sonrası dönemin en önemli kültür elçisi haline gelir.