Yaratık bir çitanın hızıyla yaklaşmaktaydı. Her an büyüyordu. Her adımda Davidson o yabancı anatominin ayrıntılarını biraz daha iyi seçebiliyordu. Başparmaksız ellerini, dişlerle kaplı avuçlarını, üstünde yalnızca üç renkli bir göz bulunan kafasını, omuzlarındaki ve göğsündeki kasları, hatta cinsel organını, öfke ya da şehvetten (Tanrı’m yardım et bana) kalkmış, çatallı ve karnına çarpan cinsel organı. (…) Sonra yarılmaya başladı. Yırtık burnuna geldi. Yukarıya çıkıp alnına yayılırken, aşağıya inip dudaklarıyla çenesini, ardından boynuyla göğsünü ikiye ayırdı. Gömleği birkaç saniyede kana bulandı, siyah takımı iyice karardı, yenlerinden ve paçalarından kan boşandı. Ellerinin derileri cerrah eldivenleri gibi çıkıverdi. Kanlı kafa derisi başının iki yanına, fil kulakları gibi düştü.