• Bize Ulaşın
    0537 364 0921
  • Bostancı / İstanbul

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi

Garip, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde büyük yeri olan bir harekettir. Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat Horozcu ve Orhan Veli Kanık’ın başlattığı hareket, 1937-1950 yılları arasındaki etkinlik sürecinde şiirin gündemini belirlemiş, ona yeni yön çizen bir etki gücüne sahip olmuştur. Garip hareketi, döneminin şiir anlayışında köklü değişiklikler gerçekleştirmesi, özgün bir şiir tarzını yerleştirmesi ve geniş bir etki alanı yaratması bakımından çağdaş edebiyatımızda önemli bir dönüm noktası konumundadır.

Türk şiirinde böylesine bir yeri olan Garip Hareketi, ilk kez bu kitapla birlikte bütüncül bir açıdan incelenmektedir. Garip Hareketi’nin gerek şiirin özellikleri, gerekse kendi dönemindeki ve genel olarak Cumhuriyet dönemi Türk şiirindeki yeri, birincil kaynaklardan, özgün belgelerden yararlanılarak belirlenmiş olmaktadır.

Read More

Elleri Var Özgürlüğün

“Bakıyorum, ne yeteri kadar ağacım,
Ne çakılım, ne insanım yeteri kadar.
Türlü giysilerle çıplağım, üşüyorum.”

1966 yılında çıkan kitap ozanın şiir serüveninde yeni bir yönelişe işaret eder. “Garip” le çıktığı yolda “Perçemli Sokak” ile İkinci Yeni çizgisini belirleyen Rifat, “Elleri Var Özgürlüğün” ile üçüncü atılımını yaparak toplumcu şiirin izlekleriyle bütünleşir. Kendi söyleyişini iyice derinleştirmiştir artık. Tarihten güncelliğe uzanan anlam katmanlarıyla, imge örgüsüyle insanlık durumunu şiirleştirmiştir.

“Elleri Var Özgürlüğün”, bir özgürlük manifestosuyla açılır; Agamemnon adlı ilk bölüm antik Yunan destanlarıyla, tragedyalarla ilerler. Düşünceyle duygunun, imgeyle anlamın altın oranını bulduğu ikinci bölümdeyse sonraki kitaplarını müjdeleyen şiirler vardır.

Read More

Gnostik Astroloji ve Kozmik Şifa

Gnostik Astroloji ve Kozmik Şifa, Hermes’in büyülü dünyasının anahtarını veriyor bize.
Emine Gücek, yıllar süren özenli araştırmalarını değerlendirip süzerek, kadim medeniyetlerin sırlarını, insanın özünü anlamasını sağlayan mucizevi yolların kapılarını, o akıcı üslubuyla bize açıyor.
Gezegenler, yıldızlar ve insanların birbirleriyle o olağanüstü etkileşimini keşfedeceğiniz bu eserde bedeniniz ve ruhunuzun bütünleşmesine şahit olacaksınız.
Dünya mitolojisinin ışığıyla yürüyeceğiniz bu yolda, minerallerden taşlara, elementlerden bitkilerin şifalı evrenine girecek, asırların sırlarına ereceksiniz.
Astrolojinin gizli basamaklarını tırmanırken bilgelerin işaretlerini takip edecek, gizin ilahı “Yılan”ın sırrına erecek, kozmik iyileştirici Asclepius, büyük simyacı Paracelsus, her derde deva Panacea, kötülüğün önünde titrediği Kızıl Leydi Sekhmet evreninde, sezgi, bilim ve tefekkürün aşkına şahitlik edeceksiniz.
İhtişamlı parıltısıyla büyüleneceğiniz ilimin sırlar dünyasına hoş geldiniz…

Read More

Beden İçinde Yolculuk

Birkaç yüzyıl içinde Ay’ın etkilerinin bilgisi neredeyse unutuldu. Birkaç yüzyıl önce ortaya çıkan ve bu ezeli deneyimleri neredeyse hurafe sınıfına indirgeyen, doğayı gözlemlemede çok radikal yeni bir yönteme geçilmiş olmasıdır. O zamana kadar atalarımızın yaratılışlarında var olan keşfetme dürtüleri, binlerce yıl boyunca, en derinlerinde yatan bir anlayış tarafından yönlendiriliyordu: Biliyorlardı ki, doğada hiçbir şey rastlantı eseri ileri atılan ve kör, anlamsız güçlerin birbirine çarpması ile oluşmaz. Hiçbir şey rastlantısal değildir. Bütün halklar çiçek açma zamanını yaşarlar, sonra düşüş ve tarihin karanlıkları içide kayboluşu; ama her şey belli bir plan dahilinde gerçekleşir. Bunlar, yalnızca kısa dönemli ve maddi şeylere yönelik olmayı öğrenmiş bir hayal gücü tarafından algılanamayacak kadar muhteşem olan bir güç tarafından yönetilir. Sayısız nesiller bu görüş ışığında yaşamış ve davranmışlardır. Ta ki bir gün insanlara, gerçeğin bir başka yüzünün doğruluğu ikna edilene kadar.

Read More

Gökmavisi Bir Türkü – Ozan Hasan Hüseyin

Yazı yazıp durduğum defteri birden bire kapattım.
Bir defter; o yüzden, biraz seslice bir kapanış oldu.
-Nokta! dedim, bir de ben sesimi yükselterek.
12 yaşındaki, 12 yıldır hiç ses etmeden beni gözleyen kızçocuğu, yanıbaşımda yerde yüzükoyun uzanmış, resim yapıyordu. Gürültüyü yadırgadı, dönüp baktı;
-Ne oldu? dedi.
Kitap bitti, dedim, 2. kitap bitti!
-Ne yazdın? Bana özet olarak söyleyebilir misin?.. Ne yazdın?
Zamane çocuğu!
Biraz daha sabredeyim, kitap yayımlansın; okur, görürüm içinde ne var, demiyor da..
Özeti şu:
Çoluk çocuk evcek; Ozan Hasan Hüseyin’in bu dünyadan sonsuza dek ayrılışının 19. yılındayız.Gerçekten soluk soluğa, ama paramparça geçmiş bir 19 yıl!
Bizim için…
Ayrı bir ülke gibi; yok yok, bir ev kapalı bir ev gibi, 19 yıl. Ben, bu 19 yılın en ufak penceresinden, şöyle başımı uzattı; rastgele bir 40 gün akdım boşluktan, Ozan Hasan Hüseyin ile kılı kırk yararak geçirilmiş bir ömrün içinden rastgele bir 40 gün aldım… Kitabımda, işte o kırk günün öyküsü var. Sıcak bir öykü. Başımı uzattığım pencereden hızlıca gördüğüm…

”……
Ah o çok yıldızlı, lacivert sarı yeşil, karanlık aydınlık,unutulmaz Ağlasun geceleri.. Çağrışımdan çağrışıma atladığım, her şeye kulp taktığımız, her şeye güldüğümüz, gençliğimizin çıldırdığı, aşk ile yandığımız, mutluluktan uçtuğumuz… o ilk, o en baştaki, o büyülü yazın geceleri! …..”

Read More

Büyük Taarruz

“Dr. Selim Erdoğan, ‘Büyük Taarruz’ kitabında ‘Sakarya’dan sonra Milli Mücadele’nin tarihi üzerine yerli ve yabancı kaynakları mukayeseli olarak kullanıyor. Coğrafya ve stratejiyi mükemmel bir şekilde işliyor. Kitapta ilk defa bazı çarpıcı gerçekler ortaya çıkıyor. Her iki muharebede de şehitliklerin tam listesi yok. Bunlar yazarın ve Harp Tarihi Dairesi’nin gayretiyle muharebe alanlarında ve civarda araştırılarak bulunuyor. Dolayısıyla önemli bir arazi tetkikinin, arşiv çalışmasının ve kaynak kullanımının ürünü olan, Milli Mücadele’nin 100. yılına yakışan bir monografiyle karşı karşıyayız.”

İlber Ortaylı

Sakarya’da uçurumun eşiğinden dönen bir millet nasıl oldu da 11 ay sonra 200.000 kişilik Yunan ordusunu önüne katıp denize döktü, İngilizlerin karşısına dikilebildi? Sakarya’nın başarılı kumandanı “Deli” Halit Bey neden Büyük Taarruz’un cephedeki vurucu kadrosu içinde yer almadı? Başkomutanın karargahında sahiden de casus var mıydı? Sovyet yardımlarının ardında nasıl bir diplomasi savaşı vardı? Fransızların güney Anadolu işgaline son veren Ankara Antlaşması’nın ardında hangi dinamikler vardı? En zor anlarda bile Misak-ı Milli’den ve tam bağımsızlıktan taviz vermeyen Mustafa Kemal Paşa’nın sırrı neydi?

“Sakarya: Türk Bitti Demeden Bitmez” çalışmasıyla askeri tarihimize unutulmaz bir eser kazandıran Dr. Selim Erdoğan, tüm bu sorulara hem Türk hem Yunan askeri kaynaklarının çapraz okumalarıyla, belgelere dayalı olarak ve sahada elde edilen bulgularla cevap veriyor. Büyük Taarruz’la gelen zaferin çok çalışmanın, kendini “istiklal” fikrine adamanın ve bunu yaparken sırtını bilime dayamanın bir sonucu olduğunu vurguluyor. Bu yüzden Türk ordusunun 26 Ağustos sabahı ilk top patladığında zaten zaferi kazanmış durumda olduğunu söylüyor: “O ilk top bilimin aydınlığıyla, inançla, vatan sevgisiyle yürüyen bir Başkomutanın ve ona inanan binlerce Türk’ün üç yıl boyunca sabırla büyüttükleri ağaçların meyve vermeye başladığı an olması nedeniyle önemlidir, ama 11 aylık hazırlık dönemi anlaşılmadığı sürece o ilk mermi sadece bir mermidir.”

Read More

Timurlu İran’ında İktidar, Siyaset ve Din

Timurlu İran’ında İktidar, Siyaset ve Din, Şahruh devrinin (1409-47) İran’ını araştırırken, modernizm öncesi Ortadoğu tarihinde önem taşıyan iki soruya da yanıt arıyor: Güç, tek bir elde toplanmadığı halde devlet, ayrışık bir toplumu denetim altında tutmayı nasıl başarmıştı? Dağınık bir iktidar yapısı gösteren bir toplum istikrarını uzun yıllar nasıl koruyabilmişti? Timurlu döneminin en yetkin uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Beatrice Forbes Manz, hanedandan ona hizmet edenlere, şehirli seçkinlerden vilayet yöneticilerine, ulemadan sufilere kadar çok geniş bir yelpazede İran toplumunun zengin ayrıntılarla dolu bir tablosunu çiziyor. Sadece akademisyenlerin ve öğrencilerin değil, genel okuyucunun da ilgisini çekecek bu kitap, geç ortaçağ İran’ının siyasal dinamiklerinin genel bir analizini yapmasının yanı sıra, sivil ve askeri iktidar hakkındaki ezberleri, devlet-toplum ilişkisini ve egemen sınıfla dini şahsiyetler arasındaki etkileşimi de sorguluyor.

Read More

Jön Türklerin Yükselişi

“Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle 1998’de yitirdiğimiz değerli tarihçi M. Naim Turfan, Osmanlı’nın kuruluşundan Cumhuriyet’e dek belirgin bir devamlılık gösteren ‘askeri geleneğin’ izini sürüyor.

Naim’in 1998’in Ocak ayındaki zamansız ölümü büyük bir kayıptır. Bu aynı zamanda çalışma alanı için de bir kayıptır… Osmanlı ordusunun siyasal rolü ve Jön Türkler üzerine çarpıcı bir olgunlukta, kolay rastlanmayan bir tarihsel muhakeme gücüyle dikkat çeken çalışmasında, Naim başka tarihçilerin özendiği bir beceriye, tüm dönemi canlandıracak tek bir olayı çekip çıkarma becerisine sahip olduğunu gösteriyor… Bu yılların siyaseti aşırı düzeyde karmaşıktır ve kaynakların kullanılması ve çözümlenmesi zordur… Bu konuda İngilizcede hemen hemen hiçbir şey yoktur, Türkçedekiler de azdır. Olanlar da, Naim’in çalışmasının çözümlemeci karmaşıklığına sahip değildir… Çalışmasının notları yalnızca kullandığı kaynaklara basit göndermeler değil. Notları hiçbir zaman, metinde kullanmadığı malzemeyi kenara sıkıştırmak için değil, başka bir öykü anlatmak, okurun aynı anda birkaç sesi birden dinlemesini sağlamak için kullanıyor… notları çalışmasının kalbi ve ruhu… Tarihçilerin gerçekleri tam olarak yansıtma görevine hep inandı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki ordu ve siyaset hakkında belirleyici niteliğini koruyacak bu önemli çalışmayı geride bıraktığı için ona müteşekkiriz.”

Read More

İki Devrin Perde Arkası

“Çok mühim şahsiyetlerin özel hayatlarına dair bu sahneler, okuyucularımızın gözleri önünde daima iki devri, İmparatorluk ile mütareke yıllarını ve bu iki devrin perde arkasında bugüne kadar gizli kalmış pek mühim meselelerini aydınlatacaktır. “
Emekli Süvari Albayı Hüsamettin Ertürk

Abdülaziz intihar mı etti, yoksa öldürüldü mü?
Jöntürkler İstanbul’da nasıl teşkilatlanmışlardı?
31 Mart Vakasının arka planında ne vardı?
Milletlerarası Siyonist Teşkilatının amaçları nelerdi?
Birinci Dünya Savaşına nasıl girdik?
Gizli teşkilatımızın en mühim ajanı kimdi?
Malta zindanlarında kimler vardı?
Milli Müdafaa Grubu nasıl kuruldu?
Milli cephelerin silahları ve teçhizatı nasıl temin edildi?
Son Osmanlı hükümdarı nasıl kaçtı?

Bu ve benzeri soruların cevapları o dönemin en önemli tanıklarından birinin anlatımıyla günışığına çıkıyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Teşkilatı Mahsusa Başkanlığı ve Mütareke yıllarında Milli Müdafaa Grubu Başkanlığı görevlerinde bulunan emekli Süvari Albayı Hüsamettin Ertürk’ün hatıralarını zamanın önde gelen gazetecilerinden Samih Nafiz Tansu’ya anlatmasıyla hayat bulan eserle, iki devrin -Osmanlının son dönemi (Mütareke yılları) ve Milli Mücadele dönemi- karanlıkta kalan birçok olayı aydınlığa kavuşuyor.

Teşkilat-ı Mahsusa, o yıllarda dünyanın en güçlü ve en etkin örgütlerinden biriydi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika basta olmak üzere üç kıtada örgütlenen Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarının pek azı örgüt mensubu olarak tanınıyordu. Resmi üyelik listeleri bulunmamakla böyle bir listenin yayınlanması, Ortadoğu’da ki birçok devlet adamını rahatsız edecekti.
Eşref Kuşçubaşı

Read More