Orhan Pamuk’un Edebi Dünyası
Orhan Pamuk’un Edebi Dünyası, Orhan Pamuk’un 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasının ardından yazar için düzenlenen ilk uluslararası nitelikte sempozyuma sunulan bildirilerin makalelerinden oluşuyor.
14-15 Mayıs 2007 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen bu ilk uluslararası Orhan Pamuk Sempozyumu makalelerinin kimisi yazarın tek bir eseri ya da iki eserini, kimisi Orhan Pamuk’u çevirmeyi, kimisi de yazarın Nobel Ödülü’ne kadarki eserlerindeki ortak temalarını incelikle ve derinlikle ele alıyor.
Orhan Pamuk’un Edebi Dünyası, Pamuk’un eserleriyle ilgili yapılan ilk makaleler derlemesi Kara Kitap Üzerine Yazılar’ı hazırlayan Nüket Esen ve Orhan Pamuk’u Anlamak’ı hazırlayan Engin Kılıç’ın ortak “Önsöz”lerindeki ifadesiyle “Orhan Pamuk okumalarını zenginleştiren değerli bir katkı”.
Cinsel Şiddeti Anlamak
Tecavüz, kadınların en çok korktuğu saldırıların başında geliyor. Bu korku, kadınların hayatlarını derinden etkiliyor, kısıtlıyor. Nedense tecavüz, hep “kadınların sorunu” olarak ele alınıyor. Saldırganlarsa “normal dışı”, hasta, sapık erkekler, toplumsal normların dışında kalan kişiler olarak görülüyor.
Oysa yazar Diana Scully’nin tutuklu tecavüzcüler üzerine yaptığı araştırma, cinsel şiddetin, kökeni erkek egemen kültürde yatan yaygın bir sorun olduğu sonucuna varıyor. Kısacası cinsel şiddetin sona erdirilmesi için kendini değiştirmesi gereken kadınlar değil, erkeklerdir. Tecavüz, erkeklerin sorunudur.
Geleceğe Ait Kitle Rüyaları
Geleceği bilme yeteneği, halk arasında ‘kahin’ denilen doğuştan yetenekli kişiler, başka bir deyişle medyumlar için doğal bir haldir. Ancak bu yetenek yalnızca ‘kahin’lere özgü değildir. İpnozla elde edilen yapay trans hali sayesinde, sıradan bireyler de geçmişin ve geleceğin kapılarını açabilmektedir. İpnoz, Batı’da uzun yıllardır bir tedavi aracı olarak yerleşmiştir. Özellikle ‘Geçmiş yaşamlara’ yönelik terapi ve araştırmalarda olmak üzere tüm psişik araştırmalarda yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Yunus Emre – Divan-ı İlahiyat
Gelin hey dertliler gelin bu derdimden siz de alın
Dertli bilir dertli hâlin ya dertsizler bunda neyler
Yûnus Emre (d.1240-1 / ö.1320-1): Büyük Hak âşık ve ârifi, İslam’ın hakikati, tasavvufun ilmihâli. Kelimeleri semavîleştirip hakikatin rengiyle boyadıktan sonra kelâmlaştıran insan, Söz ülkemizin sultanı, Türkçe’nin manâ, aşk ve ilâhî dili, Yol tecrübemiz, rehberimiz, davetçimiz, öğütçümüz Gönlünden doğan çocuklarla kurduğu aşk medresesinde binlerce aşk müderrisi yetiştiren âbide gönüllü eren,
Türkmen Kocası,
Cümle şairlerin başı…
Kısacası “Bizim Yûnus!”
Elinizdeki eserde Yûnus Emre’nin elde edilen son belge ve bilgilerle Hayatı, Dîvân-ı İlâhiyât’ı ve Risâletü’n-Nushiyye adlı mesnevîsi bulunmaktadır. Eserin sonunda ayrıca şiirleri Yûnus Emre’ninkilerle karıştırılan Âşık Yûnus’un hayatına ve nefeslerine de yer verilmiştir. Eserin sonunda metinlerden hareketle hazırlanan sözlük Yûnus’un anlaşılmasında okuyucuya önemli katkılar sağlayacaktır.
Yûnus’a ve Yûnus’un derdiyle dertlenenlere, izinden gidenlere selâm olsun.
Kurt Totemi
“Sabrın yoksa kurt değilsin, avcı değilsin, Cengiz Han değilsin. Sürekli Kurtları ve Cengiz Han’ı anlamak istediğinden söz ediyorsun. Öyleyse kımıldama ve sabırlı ol.”
Çin Kültür Devrimi’nin tüm hızıyla sürdüğü 1960’lı yılların sonlarında “halktan öğrenmesi” için İç Moğolistan’daki göçmen Moğolların arasına gönderilen Çinli öğrencilerden biri olan Chen Zhen’in öyküsü, uçsuz bucaksız bozkırı paylaştığı diğer tüm canlılarla iç içe geçiyor Kurt Totemi’nde. Başta kurtlar olmak üzere, atların, ceylanların, köpeklerin, koyunların ve kuğuların, doğayla uyum içinde yaşayan bu halk üzerindeki yaşamsal etkisini fark eden Chen, Moğol kültürünü ve kurtlara odaklanan inanç sistemini yakından tanır.
Bozkırın yaşam döngüsünde vazgeçilmez bir yere sahip olan kurtlar, özgürlüklerine düşkünlükleri, boyun eğmezlikleri, zekâları, tek tek varoluşları ve toplu hareket etme yetenekleriyle insanlar için örnek oluşturmaktadırlar.
Tarım kültüründen gelen bir Han Çinlisi olan genç öğrenci, sanayileşme adımları atan ülkesi ile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan doğal ve kültürel zenginlik arasındaki çelişkiyi tüm şiddetiyle yaşar.
İninden çaldığı bir kurt yavrusu ise Chen’i büyük bir trajediyle karşı karşıya bırakacaktır.
Yaralarım Aşktandır – Furuğ Ferruhzad
“Furuğ’un şiirini, günümüz Farsça şiirinin ve Nima’nın basit
bir devamı olarak görmek kanımca eksik olduğu kadar
hatalıdır ve büyük ölçüde Furuğ’u tanıyamamanın ötesinde
ona yapılan büyük bir haksızlıktır. Haksızlıktır; çünkü o,
oturduğu pencereden görülenleri, nasıl görmemiz gerektiğini
bize anlatmak için çok acılar çekmiştir. Onun acısı tüm İran
kadının asırlar boyu çektiği acıların tümüdür…”
Haşim Hüsrevşahi
İranlı şair FuruğFerruhzad’ın şiirlerinden yapılan birçok seçki
içerisinde en sevileni “Yaralarım Aşktandır” oldu. Özenli
çevirisinin
yanı sıra seçilen şiirler de şairi en yalın şekliyle okura
ulaştırıyor.
sen ışıklarınla gelirdin sokağımıza
sen ışıklarınla gelirdin
çocuklar gidince
ve akasya başakları uyuyunca
ve ben aynada yalnız kalınca
sen ışıklarınla gelirdin…
…
sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve ben
söylemeye başka bir şey bulamadığımda
sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve dinlerdin
ağlayarak akan kanımı
ve ağlayarak ölen aşkımı
sen dinlerdin
görmezdin beni ancak.
Islak Kentin İnsanları
Islak Kentin İnsanları, geçmişle siyasal bir hesaplaşma amacı gütmeyen, ama sıradan insanın gündelik yaşamını üç kuşak boyunca anlatan, adsız kahramanların oluşturduğu bir roman. Metnin akışı içinde resmi tarihin ünlü kişileri yer yer boy gösterseler de, bunlar, romanın artalanında yer almış görgelerdir. Romanda ustaca çizilen Islak Kent, kendi kültürünü dilediğince üretememiş, ürettiğini de koruyamamış bir Karadeniz kentidir. Göçle gelenler, kendi kültürlerini de birlikte getirerek, varolan kültürü de yok etmişlerdir. Ortaya bir karikatürleşme çıkmıştır. Bu da, yazarı, yer yer kara mizah çizimlerine götürmüştür. Islak Kentin İnsanları, böyle bir göçle başlar. Kerim Bey, sevgili karısı Lola Hanım’la, Buhara’dan yola koyulup Anadolu’ya geldiğinde yıl 1900’dür. Bu çekirdek aileden yola çıkarak yüzyıl sonuna kadar uzanan süreci işleyen Zerrin Koç, bu sürecin içine, giderek çoğalan aile bireylerinin, değişen toplumla birlikte yaşadıkları ilginç serüvenleri yerleştirerek, ustaca bir kurgu içinde 100 yıl süren bir sürecin romanını yazmış.
Necid’e Hac Yolculuğu
Arap Irkının Beşiği Necid’e Hac Yolculuğu, Leydi (İngiliz Baron’un kızı)Anne Blunt’ın eşi ve yoldaşı Wilfrid tarafından derlenen ve ilk olarak 1881’de yayınlanan günlüklerine dayanan, Orta Doğu’daki yolculuğun ilham verici 2 ciltlik tarihi ve seyahat anlatısıdır. Anne Blunt tarafından kaleme alınmıştır. İngiliz hanım, 2000 millik at ve deve sırtındaki yolculuğu, bir ustalık ve benzersiz bir üslupla anlatılıyor. Büyük Nefud Çölü’nü aşan ilk Avrupalı kadın olarak, sayısız rahatsızlığa ve gerçek tehlikelere katlanırken cesareti ve dinginliği insanı etkiliyor.
Eser’den Bir Bölüm:
“Şam’da bir hafta geçirdik, medeni hayatımızın son haftası olmasına rağmen pek de zevkli bir hafta değildi. Bu kadar ciddi bir yolculuğa çıkmadan önce düşünmemiz gereken çok sayıda şey vardı:
-Üç aylık bir yolculuk,
– En sıradan yaşam ihtiyaçlarını bile tedarik edememek,
-İnsanlara güvenmenin imkânsız olduğu binlerce millik bir çöl beklentisi,
– Avrupalı hiçbir şeye karşılaşmadan yapılmak zorundaydı.
Toplumsal Cinsiyet ve Siyasal Kültür
Toplumsal cinsiyet, günümüzün en çok tartışılan konuları arasındadır. Bu tartışmaların odak noktasını kadın ve erkeğin doğasının farklı olduğu ve bu yüzden bazı özelliklerin kadına, bazı özelliklerin erkeğe ait olduğu şeklindeki algı ve kalıp yargılar oluşturmaktadır. Buna göre kadın ve erkek, doğuştan farklıdır. Bu yüzden onların toplumdaki rolleri, görev ve sorumlulukları da farklı olmaktadır. Her yönü ile “farklı” olan iki cinsiyetin siyasal tutum ve davranışları da farklı olacaktır.
Kadın ve erkek arasındaki siyasal tutum ve davranış farklılıklarının siyasal kültür bağlamında incelenen tezde çıkan sonuçlar, kadınların ve erkeklerin siyasal tutum, inanç, davranış ve tercihlerinde farklılığın olduğunu doğrulamaktadır. Bu anlamda çalışma, büyük ölçüde amacına ulaşmıştır.
Ayrıca çalışmada deneklerin kadın ve siyaset ilişkisine bakış açıları da öğrenilmeye çalışılmıştır. Çalışmada elde edilen bulgulara göre Şanlıurfa’da –en azından siyasal açıdan- ataerkil düşünce yapısının çözülmeye başladığı söylenebilir.
Kanatlı At – İlhan Berk
En sık yatak değiştiren, en farklı bölgeleri, uçları’ denememe gelince… Ben anlatı doymazıyım. Her kitap, bazen de her şiir öyle vardır benim için. Şiirimin tarihi, dilin, tekniğin tarihinden başka bir şey değildir. Bütün iş bundadır. Ben neredeyse anlatıdan, yani teknikten, dilden, dilin kullanımından yola çıkarım. Buna anlamı da katmalıyım. Anlam benim bütün yaşamım boyunca sorunum olmaktan kurtulamamıştır. Dille, anlamla cebelleşe cebelleşe yürüdüm hep. Anlamı da dil, teknik gibi sıfırdan aldım, en çıplak halinden alıp en uçlara götürmeye çalıştım.” – İlhan Berk
İkinci Yeni’nin önde gelen, en renkli şairlerinden İlhan Berk’in söyleşilerini bir araya getiren Kanatlı At’ın genişletilmiş ve gözden geçirilmiş bu yeni baskısında, Kendi Seçtikleriyle İlhan Berk Kitabı’nda (2004) yer alan on söyleşi daha kitaba eklendi. Böylelikle şairin yeniden yayımlamak için kendi seçtiği tüm söyleşileri ilk kez tek bir kitapta toplandı.
İlhan Berk’in şiirini kurarken ve şiire yaklaşımını oluştururken hangi esaslara, ilkelere, düşüncelere dayandığına, hangi şairleri okuyup nasıl değerlendirdiğine, toplumbilimle ve felsefeyle ilişkisine, uzun şiir serüveninde şiire bağlılığına dair ipuçları sunan söyleşiler kitabı Kanatlı At, İlhan Berk’in şiir evrenini daha iyi anlayabilmek için Poetika ve Logos kitaplarıyla birlikte önemli bir kaynak.