
Tarihte Toplumsal Cinsiyet
Arkasında yazılı kayıt bırakmış her kültürde erkek kadından daha fazla güce, kaynaklara daha geniş erişime sahip olmuştur. Tarihte Toplumsal Cinsiyet’te ünlü tarihçi Merry Wiesner Hanks; yasal yaptırımlar, entelektüel yapılar, dini sistemler, ekonomik imtiyazlar, sosyal kurumlar ve kültürel normlar gibi başlıklar altında işte bu dengesizliğin tarihini inceliyor. Dişi veya eril olmanın anlamının, toplumun ekonomik ve dini yapıları tarafından nasıl şekillendirildiğini sorgularken bir yandan da bunun tersini, yani toplumsal cinsiyetin, söz gelimi çalışma yaşamını veya dini kurumları nasıl şekillendirdiğini araştırıyor. Wiesner Hanks’in daha önce yayımladığımız Erken Dönemde Modern Avrupa adlı eseri okuyucudan büyük ilgi görmüştü. Yazar bu kitabında da olağanüstü birikimini mükemmel bir sentez gücüyle bir araya getiriyor ve Paleolitik zamandan günümüze kadar uzanan geniş bir zaman diliminde çeşitli dünya kültürlerinde toplumsal cinsiyetin nasıl kurulduğunun etkileyici bir özetini sunuyor; her bölümün sonunda verdiği geniş kapsamlı kaynakça listeleriyle kitabı öğrenciler, akademisyenler ve araştırmacılar için vazgeçilmez bir kaynak eser haline getiriyor.

Un Lun Dun – China Mieville
Nedir Un Lun Dun (Lon Dra Kis)? Londra’nın aynadan görülen imgesidir. Sözcüklerin canlı olduğu, sıradan bir evin kapısının ardında bir ormanın pusuda yattığı, etobur zürafaların sokaklarında fink attığı ve karanlık bir dumanın bütün dünyayı yakmaya can attığı, tuhaf zevklerle kuşatılmış bir harikalar diyarıdır. Burası, uzun yıllar önce kehanetlerde adı geçmiş ve konuşan bir kitabın sayfalarına işlenmiş, kahramanını bekleyen bir şehirdir.
On iki yaşındaki Zanna ve arkadaşı Deeba, Londra’dan bu tuhaf şehre giden gizli bir geçit buldukları zaman, eski kehanet en sonunda gerçekleşiyor gibi görünür. Ama olaylar, birdenbire şaşırtıcı biçimde ters gitmeye başlar.

Rızanın İmalatı
“Rızanın İmalatı” medya analizinde çığır açmış bir başyapıttır. Kitle medyası ile gündelik ilişki içinde olan ve kurulu düzenin karmaşık, çok yönlü ve yoğun propaganda bombardımanına maruz kalanlar (herkes) için aydınlatıcı bir başucu kitabıdır. Aynı zamanda, iletişim akademisyenlerinin, mesleki olarak medya alanında konumlanma perspektifine sahip öğrencilerin ve medya çalışanlarının yüzleşmesi gereken temel bir başvuru kaynağı ve ders kitabıdır. Kitap, kitle medyası yoluyla halkın nasıl yönlendirildiği ve yönetildiğini gösterdiği için aynı zamanda sosyolojinin de alanına girer. Kuramsal içeriğiyle sosyoloji bölümleri için de temel bir kaynak işlevi görür.
Tam ve güncellenmiş haliyle okuyacağınız “Rızanın İmalatı,” kitle medyasının işleyişini bir propaganda modeli kurarak aydınlığa kavuşturur. Bir yandan bu işleyişi belirleyen asli bileşenler tanımlanırken, diğer yandan somut olaylar ele alınarak kurulan modelin geçerliliği test edilir. ABD kitle medyasının, örneğin düşman ve uydu ülkelerdeki insan hakları ihlalleri kurbanlarına ya da seçimlere, Hindiçin Savaşları’na ve Mehmet Ali Ağca’nın tetikçi rolü aldığı Papa suikastine yaklaşımı çözümlenir ve modelin öngörülerinin yanlışlanıp yanlışlanmadığına bakılır. Kitabı dikkatle okuyan herkes, doyurucu bir medya analizi ve eleştirisi yapmak için gerekli temel kavramsal donanımı elde ettiğini anlayacaktır. Bununla birlikte, kitabın yazarları tarafından açıkça belirtildiği gibi, model sadece örnekler düzeyinde çeşitlenmeye değil, kuramsal düzeyde gelişmeye de açıktır.
“Rızanın İmalatı” bilimsel bir çözümlemenin yanı sıra, önemli bir çağrıyı içerir: Rızanın imalatını etkisiz kılmak isteyenler, kamusal alanda özgür, demokratik ve katılıma açık bir medya yaratma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Seçkin kesimlerin çıkarlarının genel toplumsal çıkarlar gibi sunulmasının önüne geçmek için, analiz ve eleştiriye kurucu faaliyetlerin eşlik etmesi gerekir.

Mübadil – Handan Öztürk
Bir dönem öyle sert bir fırtına koptu ki, bir nesil, gözü denizlerde yaşlandı. Ira ve enis ise lozan’ın iki yakaya savurduğu âşıklardan ikisiydi sadece.
Yakın tarihin en büyük trajedilerinden biri sayılan mübadele sırasında birbirini kaybeden iki âşıktı ira ve enis. Aidiyetlerini sınayan kaderlerine razı gelmeyi reddettiler ve birbirlerinin peşine düştüler. Çıktıkları bu yolculukta insanı, dünyayı, aşkı, öfkeyi, acıyı ve merhametsizliği bir kez daha tanıdılar. Kapadokya’dan mersin’e, oradan selanik ve ordu’ya uzanan iki uluslu bir sürgünün tüm acılarına tanık olurken, onlar da eksildi, değişti, tamamlandı.
Cumhuriyetin kuruluş sancılarıyla boğuşan türkiye ve iç savaşın pençesindeki yunanistan belki onları vatansız bırakmıştı ama aşkı kalplerinden söküp atamadı. Ira ve enis, bir gün mutlaka kavuşacaklarına inanıyordu. O gün geldiğinde, gözlerinin tekrar buluştuğu yere vatan diyeceklerdi.
“İra, aşkın ölümüne zaten alışmıştı. Hiç tatmadığı bir acı yaşatmalıydım ona.”

Yazsonu – Adalet Ağaoğlu
Bir kimse neden oltasını, içinde tek balık olmadığını bildiği göle sarkıtır?”
“Güveler kumaşı, pas demiri, kurtlar elmayı, geçmiş ve şimdi de insanı kemirir(mis¸).”
Birey ve toplum gerçeğinin nasıl bütün olduğunu, bunların herhangi birini yok sayarak bir edebiyat ürünü yaratılamayacağı gerçeğini vurguluyor. Yazsonu’nun önemli mesajı belki de bu.
Doğan Hızlan
Bir de Adalet Ağaoğlu’nun Yazsonu adlı eseri çok güzel. Benim en sevdiğim kitabı Ağaoğlu’nun..
Peride Celal

Eski Köye Yeni Roman – Köy Romanının Tarihi Kökeni ve Sonu
Erkan Irmak, Eski Köye Yeni Roman’da bir dönem boyunca Türkiye’de etkili olmuş “köy romanı” türünün tarihini, kökenini ve sonunu ele alıyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e köy ve köylüye bakışın biçimlenişi ve dolayısıyla köyde geçen ya da köy temalı romanlarla köy romanlarının arasındaki türsel farka odaklanıyor. Bunu aynı zamanda kuramsal bir meseleye, romanın ne olduğu ve köy romanlarının nasıl tanımlanabileceği sorusuna ayırarak ayrıntılandırıyor. Roman türünün diğer edebi türlerden nasıl ayırt edilebileceğini, ontolojik ve epistemolojik kaynaklarının neler olduğunu, roman hakkında öne sürülen farklı teorik yaklaşımların nasıl yorumlanabileceğini ve nihai olarak da bu tartışmaların sonunda bir “köy romanı” fikrinin hangi özellikler etrafında çerçevelendirilebileceğini tartışıyor. Erkan Irmak, bir yandan 1950’den 1980’e uzanan bir süreçte “köy romanı tarihi” kılavuzu oluşturmaya çalışırken diğer taraftan köy romanı türünü etraflıca tartışan bir kaynak ortaya çıkarıyor.

Kristal Dünya – Ballard
Bilimkurgu edebiyatında çığır açan kurgularıyla hafızalara kazınan usta yazar J. G. Ballard, Kristal Dünya’da Batı Afrika cangılının derinliklerinde tekinsiz bir dünya kuruyor.
Gözlerden ırak bir cüzam hastanesine davet edilen Doktor Sanders’ın yol- culuğu, kristalleşen ormanın gerçeküstü varlığıyla süreğen, belirsiz, mucizevi bir rüyaya evrilir. Ağaçların mücevherlere, timsah ve kuşların kristallere dönüştüğü bir anti-yolculuktur bu; gerçekliğin doğasından rüyaya kaçışa doğru uzanan.
“Asıl yabancı gezegen dünyamızdır,” diyen Ballard’dan, okurunu bir kez daha belirsizliğe sürükleyen epik bir anlatı.

Mithra ve Mithraizm – Düalist Pagan Sembolizmi Işığında
Allah’ın arslanı Ali’nin alnındaki zühre yıldızının binlerce yıllık hikâyesi…
Mithraizm, ülkemizde her ne kadar son yıllarda ilgi gösterilen antik bir gizem topluluğu olsa da Batı’da, özellikle son 100 yıldır hem akademik hem de popüler kültür anlamında yüzlerce esere konu olmuştur. Bu çalışmalar, temel olarak topluluğu sınırlı bir zaman ve coğrafya içerisinde ele almaktadırlar. Bu eser de Roma İmparatorluğu zamanında ortaya çıkan mithraizme odaklanmış olsa da bu gizemli tutum ve tavrın tarih öncesi dönemlerden başladığını belirtmek gerekir. Düalist pagan sembolizmi adını verdiğimiz, Güneş ve Ay üzerine kurulu sistem, önüne çıkan tüm dinsel yapıları şekillendirerek günümüze kadar süre gelmiştir.
Bu eser aracılığıyla sadece mithraizmi değil aynı zamanda insanlık tarihinin en derinlerindeki gizem ve ona dair ilişkilere yönelik çözümleme bağlamında bir metodolojik yaklaşımı da sunmaya gayret ettik.

Nara Benzerdin – Oktay Rıfat
Bütün karanlığı versem size giden geceyi durduramazsınız Işır odamızın havası kaçar çeşmelerinizden durduramazsınız
Ben denize bakarım sandalca uzaktan
Siz yüzersiniz bir kuş uçar bir gemi geçer durduramazsınız

Bir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri
Bir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri, I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde Ruslarla yapılan muharebelerde esir düşen Mülazım-ı evvel (Üsteğmen) Hüseyin Hamit Efendi’nin esaret günlüklerinden oluşuyor.
İki defter halindeki günlükler, kendisinin Sibirya’ya olan esaret yolculuğunu, Nikolsk kampındaki esaret hayatını ve 1918 yılında esaretten kaçıp Türkiye’ye olan yolculuğunu anlatıyor. İlk defter, 14 Mart 1916 – 13 Mart 1917 tarihleri arasında Nargin Adası’ndan başlayıp Sibirya’ya, Nikolsk kasabasına gidişi ve burada yaşadıkları hakkında detaylı bilgiler içeriyor. 12 Nisan 1918 – 19 Şubat 1919 tarihleri arasını kapsayan ikinci defter ise, yaklaşık iki sene esir olarak hayatını sürdüren Hüseyin Hamit Efendi’nin, birkaç arkadaşıyla birlikte Nikolsk’tan kaçarak Türkiye’ye dönüşü hakkında bilgiler veriyor.