• Bize Ulaşın
    0537 364 0921
  • Bostancı / İstanbul

Büyülü Oyuncak Dükkanı 

Geçmişten bugüne en büyük İngiliz yazarlardan biri olarak kabul edilen ve Margaret Atwood ile Jeanette Winterson’a da ilham kaynağı olan Angela Carter‘ın, engizisyon hışmından kurtulabilmiş cadıların torunlarına armağan ettiği Büyülü Oyuncak Dükkânı yeniden Türkçede…
 
Bedenin cehennemî bir arzu makinesine dönüştüğü çağlarda, anne baba şefkatiyle sarmalanmış korunaklı bir çocukluktan kopmak zorunda kalıp karanlık bir dönemece giren Melanie’nin hikâyesi; Angela Carter’ın büyülü gerçekçi dokunuşlarıyla kişinin kendini keşif yolculuğundaki tabuları bir bir yıkıyor. Genç bir kadının taşıdığı safiyane duyguların yetişkin dünyasına ait hakir ve lanetli arzularla kirlendiği, oyuncakların m asumiyetini kaybettiği bir oyuncak dükkânında verilen reşit olma mücadelesi gotik imgelerle bezeli bir hayal evrenine dönüşüyor.

Read More

Bölünmüş Benlik

R. D. Laing, bu ilk ve klasikleşmiş kitabında, otoriter, damgalayıcı psikiyatrinin toplumsal baskıyla el ele vererek insanlara dayattığı “trajedi”ye varoluşsal fenomenolojik çerçeveden bakılmasını öneriyor. Yazar, “ruhen rahatsız” kategorisine sorgusuz, alelacele sokulan insanların gerçekte varoluşsal bir kriz yaşadıklarını, Sartre, Heidegger, Kierkegaard gibi felsefeciler yoluyla anlaşılabileceklerini gösteriyor. Uyum, itaat ve rekabetin normal olmanın koşulları olarak dayatıldığı bir dünyada kendi özgür seçimlerini uygulayacak yer bulamayan birey, diğer insanlarla ilişkilerinde bir sahte-benlikle hareket etmeye, içsel bir benlik geliştirmeye koyulur. Tehlikeli ve acımasız gerçekliğin erişemediği bu içsel benlik, imkânsız bir amacın, sakat bir projenin peşinden koşar: Bedenle bağını olabildiğince aza indirgemeye çalışır. Bölünmüş Benlik, incinmiş, hırpalanmış, henüz baş edememiş, atlatamamışların, “iyi çocuk”luktan “kötü çocuk”luğa düşmüşlerin hikâyesini dürüst bir çağrıyla, eleştiri-özeleştiri gerekliliğiyle sunuyor.

Read More

Geleneksel Türk Tiyatrosu – Köylü ve Halk Tiyatrosu Gelenekleri

Türk Tiyatrosu tarihini evrelere göre incelerken, bunu dört dönem olarak ele almıştık. Bize özgü Geleneksel Türk Tiyatrosu belirli bir tarih döneminden çok, bir bakıma önsüz ve sonsuz bir evre olarak düşünülmelidir. Bundan sonraki üç evre Batı örneğinde Türk Tiyatrosu’dur. Bu konularda hazırladığımız üç cilt şu başlıkları taşıyordu: Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu- Meşrutiyet Dönemi Türk Tiyatrosu – önce 50 Yılın Türk Tiyatrosu, 1983’teki üçüncü baskısında ise Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu. Geleneksel Türk Tiyatrosu kitabı ilk 1969 yılında yayınlanmıştı. Şimdiki ise bir bakıma ikinci baskı sayılabilir. Bir bakıma diyorum, çünkü kimi bölümleri çok ufak değişikliklerle korunmuştur. Ancak buna aynı adı taşımakla birlikte yeni bir kitap da denilebilir. Şöyle ki iki büyük tiyatro geleneği olan Köylü Tiyatrosu Geleneği ile Halk Tiyatrosu Geleneklerinden birinci baskıda yalnızca Halk Tiyatrosu Geleneğine yer verilmişti, oysa bu yeni baskıda kitabın birinci kesimini oluşturan Köylü Tiyatrosu Geleneği eklenmiştir. Ayrıca Halk Tiyatrosu Geleneği kesiminde de önemli ölçüde değişiklikler, katmalar, çıkarmalar yapılmıştır. Bundan başka ilk baskıda çok az sayıda olan resimler bu baskıda zenginleştirilmiş, ayrıca renkli resimlere de belli bir ölçüde daha çok yer verilmiştir. Bir başka değişiklik de biri Karagöz, öteki Ortaoyunu olmak üzere tam metin olarak iki fasıl eklenmiştir. Değişiklik yalnız iki baskı arasında olmadı, 1969’dan bu yana Geleneksel Tiyatromuza yeterli olmamakla birlikte daha büyük bir ilgi uyandı. Devlet gene yeterli olmamakla birlikte konuyla ilgilendi. Devlet Tiyatrosunda Tiyatro Bölümümüzden mezun bir sanatçı sürekli Karagöz ve Kukla gösterimleri vermekte. Turizm Bakanlığının açtığı bir Karagöz yarışması sonucu oniksi dolaylarında iyi Karagöz oynatabilecek sanatçılar saptandı. Bunların içinde en az dördü eski ustaları aratmayacak bir düzeyde bulunmaktadır.

Read More

Yeraltındaki İstanbul 

İstanbul´un üzerinde meskun olan bizler, çoğu zaman şehrin “altı”nda akan giden zamandan ve mekândan bihaberizdir. Üç büyük medeniyete beşiklik etmiş olan İstanbul´un “beden”inde taşıdığı izler, bizleri “geçmiş”in koridorlarında gezdirir.Ve geçmiş ile şimdiki zaman arasında mekik dokuyarak,”an”ı yakalamaya çabalarız.Bu hayret iklimi, İstanbul´u diğer şehirlerden farklı kılan yegâne özelliktir.Bu şehir,bu izlerin peşinden yürüyen gezgini,nasibi ve ilmi ölçüsünde “tepe”lerinde dolaştırır; dehlizlerinde ağırlar…Yeraltındaki İstanbul, İstanbul´un, dünyanın merkezine seyahate çağırıyor..

Read More

Yaşadığım Gibi – Ahmet Hamdi Tanpınar

Dergi ve gazetelerde dağınık olarak duran bu yazılar bir kere okunduktan sonra unutulmuşlardı. Kimse onları bir arada toplu olarak görmemişti, yazarın kendisi bile. Şimdi okumak zevki olan herkes, Türkçe’nin bu güzel yazılarını okuma saadetine kavuşacak.
 
Bir araya gelen bu yazılar, Tanpınar’ın alâka ve düşünce sahasını, ana fikirlerini daha açık bir şekilde gösteriyor.
 
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen Yaşadığım Gibi yazarın, şair, hikâyeci, roman ve edebiyat tarihçisi olarak milli kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Read More

Yanan Ormanlarda Elli Gün

Romanlarında Anadolu insanının gerçek dünyasını destansı boyutlara taşıyan, yaşanmış ve yaşanan gerçeği mitlerin, efsanelerin evreninde çoğaltan Yaşar Kemal, sadece bir romancı ve halkbilimci değil, gazetelerimizde modern röportaj yazarlığının da kurucusudur. Onun, her biri yayımlandığı dönemde olay yaratan röportajlarında gerçek, hayat buldu ve okuyucuyu sarstı.

Bu Diyar Baştanbaşa dörtlüsünün ikinci kitabı Yanan Ormanlarda Elli Gün “Doğuda İnanılmaz Şeyler Gördüm” başlıklı bir röportajla başlar. İnanılmaz ve acı şeyler Yaşar Kemal’in satırlarında masalsı bir güzelliğe bürünür, içimize işler. Hayat kaynağımız doğaya yaptığmız kötülüklerle bizi yüzleştirir.

Read More

Çağdaş Sanat ve Kültüralizm – Kimlik ve Estetik

“Demir Perde”nin yıkılıp Soğuk Savaş’ın son bulmasını izleyen küreselleşme döneminde, dünya bir “kültür dönemeci”ne girdi. Toplumsal, ekonomik, siyasal hayat ve düşünce giderek kültüre tercüme edildi. Modern zaman ve mekân, tarih ve coğrafya, ruh ve bilinç; bütün bunları kuran mitler ve metafizik geride kalıyor, modernlik sonrası bir çağa geçiliyordu: endüstri ve Fordizm sonrası; tarih ve ideoloji, komünizm ve kolonyalizm sonrası; hatta modern öznenin parçalanmasıyla birlikte, insan sonrası. İşte bu sonraki “post” zamanlar, artık kültürün biteviye şimdiki zamanını ya da çağdaşlığını ifade ediyor.

Kültüralizm önemli ölçüde sanatın seferber edilmesi sayesinde örgütleniyor. Bunun için de bilgi nasıl enformasyona çevrildiyse, sanat da önce bir iletişim diline, bir “anlam makinesi”ne indirgeniyor, ondan sonra da şirketlerin “kurumsal kültür”üne eklemlenmiş olan sanat yönetimlerinin, artokrasinin denetimine veriliyor. Estetik, modernizmle kazandığı özerkliğinden arındırılarak işlevselleştiriliyor. Guattari günümüzde kitle imha silahlarının yerini iletişim silahlarının aldığını söylüyor. Sanatın sembolik gücü de bir iletişim silahına dönüştürülmeye zorlanıyor, ama o buna direniyor.

Read More

Korkunun Güçleri 

Dehşet, iğrençlik, pislik… Uzakta tutulmaya çalışılan, dışlanan, bastırılan ama geri dönen; bir tokat gibi suratımızda patlayan; bedenimizi istila eden; rüyalarımızı, bilincimizi ve bilinçdışımızı belirleyen, silinmeyen damga. Binlerce yıllık bir hafızada, mitlerde, dinlerde ve nihayet edebiyattaki iziyle dehşet. İşte Kristeva’nın Korkunun Güçleri’nde disiplinlerarası bir yaklaşımla, psikanalizden dilbilime, semiyotikten edebiyata uzanarak gözler önüne serdiği ana tema.
Yakından bakıldığında tüm edebiyatın konusudur neredeyse “kıyamet”. Ve tarih boyunca, o “kıyamet”i yaşayanların varoluşu artık kimliksiz, heterojen, hayvani, başkalaşmış ve kırılgan bir sınırda kendini gösterir; borderline yani sınır kişilikler, travmanın kalıcılığı…

Kristeva, dehşetin anlamının ve gücünün hangi evrensel öznellik meknizmalarına yaslandığını göstermeye çalışırken, bu konuda ayrıcalıklı yeri edebiyata verir. Hem de böylesi bir edebiyatın en derin, en mahrem kıyametlerimizin odağı olduğuna vurgu yapar.

Baudelaire, Lautreamont, Kafka, Bataille, Sartre aracılığıyla, kimliğin cehenneme inişine eşlik ettiğimize vurgu yapan Kristeva, asıl Celine üzerinde durur. O, İkinci Dünya savaşı gibi bir facianın ortasında, iğrencin yörüngesindeki hiçbir şeyi bağışlamaz. Ne ahlak, ne politika, ne din, ne estetik, ne de öznellik ya da söz… Celine, bir tür nihilizmin gidebileceği en uç noktaya işaret ederken, dehşetin bu bölgesinin herkesi büyüleme gücünü de gözler önüne sermektedir. Dev bir kahkaha, çığlık, alaydır Celine, bütün insanlıkla dalgasını geçer. Psikanalitik boyutta, özellikle din tarihinde iğrenmenin konusu olan annenin, kadının “şeytani” kabul edilişi üzerinde duran Kristeva, bu şeytaniliğin kendi varlığımızın ayrılmaz bir parçası oluşunun, sürekli bir katarsis ediminin içinde yaşayışımızın ifadesini yine edebiyatta bulur. Farklı perspektiflerin kesiştiği Korkunun Güçleri’nde, iğrenç temasına fenomenolojik bir bakışın ardından Kristeva semiyolojik düşüncelerini üç ana kutup üzerinde odakla: Analitik teori (fobi), dinler tarihi (günah, murdar), çağdaş edebiyat deneyimi (Celine). Korkunun Güçleri, acılı ve esritici deneyimlerin çemberinden eçmiş olanlara hitap ediyor. İğrenmekten duyulan acıdan, kendini ve ötekini sevmeye götüren bir yolun kitabı…

Read More

Geleneğin İcadı

Bugün eski devirlerden geldiğini varsaydığımız geleneklerin büyük kısmı, aslında görece yakın zamanlarda “icat edilmiş olan” geleneklerdir. Bu gelenekler icat edilirken mutlaka belli bir tarihsel geçmişe referans yapılır ve geçmişle bir süreklilik kurulmaya çalışılır. Oysa bu süreklilik, büyük ölçüde yapay ve uydurmadır. Bu açıdan son iki yüzyıllık geçmiş, modern dünyanın sürekli değişimi ve yenilenmesi ile toplumsal hayatın en azından bazı kısımlarının değişmez ve sabit tutulmaya çalışılması arasındaki zıtlığa kafa yoran tarihçiler açısından son derece ilginç ve verimli bir zaman dilimidir. Verimlidir, zira yeni gelenekler özellikle bu son iki yüzyılda, özellikle de görece yeni bir tarihsel olgu olan “ulus” ve “ulus-devlet”le, ulusal semboller, refleksler ve milliyetçilikle at başı giderek hızlı bir şekilde formelleşmiş ve yerleşiklik kazanmıştır.

Yaşayan en büyük Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın Terence Ranger’la birlikte hazırladığı bu temel referans kitabı, derlemeye katkıda bulunan diğer yazarların Britanya, İskoçya, Galler, Hindistan ve Afrika’daki tarihsel süreci irdeledikleri çalışmalarıyla birlikte, yukarıda ana hatları belirtildiği çerçevede “icat edilen gelenekler”i, ayrıca geçmiş ile bugün arasındaki bağı araştırmaktadır…

Read More

Mustafa Kemal ve Selanik Yaşamı

1881 yılının soğuk bir kış günü, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altındaki Selanik kentinin “Yukarı Şehir” bölgesinde, Islahhane mahallesinde bulunan üç katlı bir evde, bir bebek dünyaya gelir. Anne Zübeyde Hanım ve baba Ali Rıza Bey, sarışın, mavi gözlü bebeklerine Mustafa adını verirler. Bebeğin doğumuna yardımcı olan ebe, sonradan Müslümanlığı seçerek, -ki, bu da, kentin ruhuna uygun bir durumdur- Fatma adını alacak olan Todora Hanım’dır.
Mustafa Kemal’in Selanik’i, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’ya açılan kapılarından biridir. Modernite ve aydınlanmacı düşünce, tarihsel bakımdan miadını doldurmuş olan imparatorluk coğrafyasına, bu kent üzerinden geçerek yayılmış, Jöntürkler’den İttihatçılar’a kadar uzanan birçok siyasal akım, bu kentte yeşermiştir. Öyle ki, gün gelecek, kimi Yunan tarihçileri, bu kenti, “modern Türkiye fikrinin oluşumunun anayurdu” olarak tanımlayacaklardır.
Yunanistan’ın önemli yazarlarından biri olan Hristos Hristodulu, Mustafa Kemal ve Selanik Yaşamı adlı bu ilginç çalışmasında, bize, bir Yunanlı’nın gözüyle, hem gelecekte bir ülkenin ve ulusun kaderinde tayin edici roller üstlenecek olan insan Mustafa Kemal’in, hem de onun kültürel ve siyasal biçimlenişine “yataklık” etmiş kozmopolit bir kentin öyküsünü anlatıyor.

Read More