François Rabelais ve Ortaçağ – Rönesans Halk Kültürü
Filozof ve edebiyat teorisyeni Mikhail Bahtin
(1895-1975), François Rabelais ve Ortaçağ-Rönesans Halk Kültürü’nde, gülmece ve halk kültürünü, özellikle de Rabelais’nin (ö. 1553) Gargantua ve Pantagruel’inde betimlendiği haliyle karnavalları inceliyor. Her ikisi de devrim döneminde yaşayan Rabelais ve Bahtin için karnaval, dünyeviliği ve grotestk oluşuyla otoritenin ve resmi kültürün sembolik olarak yıkıma uğratılmasıdır.
Kitap, romanın şiirselliğine bir katkı olduğu kadar, Rus devriminin Stalinci ortodokslukta yozlaşmasının üstü örtülü bir kınanışıdır da. Bu nedenle 1930’da yazılmış olsa da, ancak 1965’te yayımlanabilmiştir.
“Bahtin, François Rabelais’de dünyayı kendi toplumu için yorumluyor. Bu anlamda bir meseller ve rehber kitap olduğu söylenebilir.”
-Michael Holquist
Moğol Anadolu’sunda İslam, Edebiyat ve Toplum
A. C. S. Peacock, Moğol Anadolu’sunda İslam, Edebiyat ve Toplum’da, yaklaşık 1240 ile 1380 yılları arasında Moğol egemenliği altındaki Anadolu’yu ele alıyor. Çoğu daha önce yayımlanmamış Arapça, Farsça ve Türkçe kaynakları bir araya getirerek Osmanlı İmparatorluğu’nun ve nihayetinde modern Türkiye’nin doğuşunun temellerini oluşturacak Ortaçağ Anadolu’sunu inceliyor.
Bu önemli ama göz ardı edilmiş tarih, tasavvufun yayılmasında ve İslam’ı yaymak için yeni edebi biçimlerin gelişmesinde belirleyici bir aşamayı oluşturuyordu. Yazar, Anadolu’yu daha geniş İslam dünyası içinde ele alarak Ortadoğu tarihinin bir dönüm noktasına ışık tutuyor.
Doğuşundan Günümüze İslam Felsefesi
Doğuşundan Günümüze İslam Felsefesi, İslamî düşünceye kapsamlı bir giriş yapma imkânı sunmaktadır. Bu düşüncenin kökenlerinden başlayarak, çağdaş dünyada Müslümanların karşı karşıya kaldıkları birçok meseleyi bu eserde bulmak mümkündür. Eser ilk dönem İslam felsefesini ele almakta, önemli konular ve şahsiyetler çerçevesinde bu felsefenin gelişmesini takip etmektedir.
“Bu mükemmel eser, İslam felsefesinin doğuşu ve gelişmesine okuru yormayan bir giriş yapmaktadır. Jackson’un sorun odaklı yaklaşımı, bu felsefenin siyaset, ahlak ve din gibi günümüzün en acil meseleleriyle olan ilişkisini de usta bir şekilde göstermektedir.”
Ali Paya, Westminster Üniversitesi (İngiltere), Islamic College (İngiltere) ve Ulusal Bilim Siyaseti Araştırma Enstitüsü (İran)
Almanlar Üzerine İncelemeler
19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla İktidar Savaşları ve Habitus Gelişimleri
Monarşiden Weimar’a, Nazi ülkesinden Federal Almanya’ya uzanan bir hikâye; fantasmaların, incitilmiş yaşamların, körkütük sarhoşlukların ve görülmemiş bir barbarlığın damga vurduğu bir yolculuk. Öğrenci birliklerinin, Freikorp’ların, SS’lerin ve son olarak Marksist gençlerin seyrini değiştireceği bu yolculuk büyük yenilgiler ve bölünmelerle hafızalara kazınacaktır.
“Sosyolojinin kuşkusuz en özgün kalemlerinden biri olan Elias’ın başyapıtı Almanlar Üzerine İncelemeler muazzam bir kitap.”
–Zygmunt Bauman
Batı Avrupa’da Milliyetçiliğin Gelişimi
Batı Avrupa’da milliyetçilik ideolojisinin doğuşunu, kıtanın özgün tarihsel, coğrafi ve ekonomik koşulları ile, Kavimler Göçü’nden bugüne uzanan bir süreci izleyerek anlatıyor. Milliyetçiliğin gelişim süreçlerini, sosyal bilimlerin herhangi birinden değil tümünden faydalanarak açıklama iddiasında olan Josep R. Llobera’nın çözümlemeleri, Doğu ve Batı toplumlarında millet, milliyet, ulus gibi kavramların neden farklı algılandıklarına da ışık tutuyor.
Fatih Sultan Mehemmed Han
Fâtih Sultan Mehmed üzerine yaptığı çalışmalarını 1950’lerde yayımlamaya başlayan Halil İnalcık’ın yaklaşık altmış yıllık birikiminin yer aldığı bu kitap, Fâtih ve devri hakkında monografik bir eser. Fâtih Sultan Mehemmed Han, İnalcık’ın daha önce muhtelif dillerde yayımlanmış makalelerinin yanı sıra yeni yazılarını da içeriyor.
Kitabın birinci bölümünde, Osmanlı ve Bizans (1302-1453) ilişkileri ve İstanbul’un fethi ele alınırken, fetih sonrası idare ve kurumlara dair yeni düzenlemeler, dönemin arşiv belgeleri ve kânûnnâmeler ışığında inceleniyor. Ayrıca Fâtih dönemi mâliye idaresi ve imparatorlukta rayiç olan meskûkât üzerinde durulurken, birinci elden kaynaklar detaylı bir şekilde tahlil ediliyor.
İkinci bölümde ise, İnalcık’ın ilk defa bu eserde yayımlanacak olan yazıları da yer alıyor. Halil İnalcık’ın “Fâtih Sultan Mehmed” hakkında kaleme aldığı bu kapsamlı çalışma, zengin bibliyografyasıyla da araştırmacılar için eşsiz bir kaynak niteliğindedir.
Yılanlar, Gündoğumları ve Shakespeare
“Bu kitap, çok uzun bir zaman önce Afrika savanlarında kendilerine yaşayacak yer seçen, yiyecek ve güvenlik arayışı içine giren ve küçük avcı-toplayıcı topluluklar kurarak sosyalleşen atalarımızın verdiği kararların, duygusal yaşamlarımızda bıraktığı izleri bulma çabalarımın sonuçlarını aktarıyor… İnsan davranışlarına evrimsel bir açıdan yaklaşarak duygusal yaşamlarımızı daha yaratıcı bir şekilde düşünebileceğimizi, bu konudaki pek çok sorumuza cevap vermenin bir yolunu bulabileceğimizi göstermeyi umuyorum.”
Tarihöncesi atalarımız hayatta kalmak için bazı şeyleri (örneğin yüksek kalorili yiyecekleri) elde etmek, bazı şeylerden de (örneğin tehlikeli hayvanlardan) kaçınmak durumundaydı. Çevre koşullarının dayattığı yaşam tarzına uyum sağlayanlar hayatta kalıp ürüyor, diğerleri ise eleniyordu. Böylece atalarımızın başlangıçta bilinçli olan kimi tercihleri zamanla içgüdüsel tercihler olarak bütün insanlığa miras kaldı. İşte bu yüzden hemen hepimiz sözgelimi bal gibi tatlı, yüksek kalorili yiyecekleri severken yılan gibi hayvanlardan içgüdüsel olarak korkuyoruz.
Yılanlar, Gündoğumları ve Shakespeare’de, evrim biyoloğu Gordon Orians, geçmişin hâlâ bizimle olan “hayaletlerinin” izini sürüyor. Estetik zevklerimizin, damak tadımızın, korkularımızın, beceri ve zaaflarımızın kökenlerine evrimsel bir mercekten bakan Orians, bunların geçmişte bize nasıl hizmet ettiğini ve günümüzde hayatımızı nasıl etkilediğini inceliyor.
Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Yılları Arasında Dünya Sistemi
Ünlü Amerikalı tarihçi ve sosyolog Janet Abu-Lughod’un Immanuel Wallerstein’in “Dünya Sistemleri Teorisi”ni yeniden yorumladığı ezber bozan çalışması Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Arasında Dünya Sistemi, verili kabullerin aksine, modern dünya ekonomisinin kökenlerinin 16. yüzyıla değil, 13. yüzyıla dayandığını öne sürüyor. Avrupa’nın Brugge ve Venedik gibi liman şehirlerinden Horasan ve Moğolistan’a, Hint altkıtası ve Çin’den Bağdat ve Kahire’ye uzanan geniş kapsamlı ticari ve kültürel alışverişe odaklanan Abu-Lughod, bütünleşik bir sistem olarak ‘yüksek ortaçağ’ dünyasını masaya yatırıyor. Küresel ekonominin Avrupa-merkezli tarih yazımını eleştiren Abu-Lughod, Cengiz Han yasalarıyla şekillenen bu dünya sisteminin neden kısa sürede zayıflayıp yerini Avrupa hegemonyasına bıraktığına da yanıtlar arıyor. Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Yılları Arasında Dünya Sistemi, okurlarını ortaçağ Avrasya’sının birbirine bağlı dehlizlerinde kaybolmadan ustalıkla gezdiren, incelikle örülmüş detaylarla dolu bir çalışma…
Platon’un Eczanesi – Derrida
Derrida’nın ilk dönem düşüncesinin bir ürünü olan Platon’un Eczanesi, özdeşliğin, kimliğin, aklın, logos’un temas ettiği ve hakim olma mücadelesi verdiği gerçek’in temel olarak akışkan, anlaşılmaz ve muğlak olduğunu öne sürer.
Nasıl konuşur, neden yazarız? İki Atinalının bu konu üzerine yaptığı sohbet, yüzyıllar sürecek bir sorgulamanın en önemli taşlarından birini oluşturur. Platon’un en önemli diyaloglarından biri olan Phaedrus’tan yola çıkan Derrida bu tartışmaya yeni bir boyut kazandırıyor. Pharmakon kavramını devreye sokan ve Phaedrus’u bu kavramla birlikte yeniden okuyan Derrida yazmayı ve okumayı esasen görünmeyen ve geri çekilenle yüz yüze gelmeden bir temas, onun yokluğunu, bıraktığı boşluğu anlam üreterek doldurmaya meyleden bir akış olarak düşünüyor.
“Derrida, bu kitapta bize Platon diyologlarının gün görmemiş kısımlarından bahsediyor. … Derrida için, Phaedrus’un örtülü mesajı, ki Platon’un kendisi bile bundan habersizdir, konuşmanın da aslında yazmak olduğudur. Bütün ifadelerimiz, kendilerine karşı bölünmüş muğlak birer varlıklardır.”
-Who was Jacques Derrida?, David Mikics-
Tarihin Görgü Tanıkları
İkona, gravür, taş baskı, karikatür, ahşap oyma, harita, minyatür, fresk, heykel, resim, fotoğraf, dokuma, afiş… Hepsinin de tarih araştırmacılarına söyleyecek şeyleri var. Yalnız onlara mı? Geçmişi anlamak isteyen herkese…
Bir imge ile karşılaştığımızda “tarih ile karşı karşıya” geliriz. farklı zamanlarda, dünyanın farklı köşelerinde ve kültürlerinde üretilen, çeşitli imgeler içeren görsel malzemeler bize ne anlatır? Onlara bakarak tarihi okuyabilir miyiz, anlayabilir miyiz? İmgeler yazılı kanıtları tamamlar. İmgelerin tanıklığı olmasaydı, maddi kültür tarihi neredeyse imkansız olurdu, zihniyetlerin tarihi, günlük yaşamın tarihi de. Bu kitapta, Kültür Tarihi Profesörü Peter Burke, görsel malzemenin tarihi anlamak için nasıl kullanılacağını i nceliyor. İmgelerin nasıl okunması değil nasıl okunmaması gereğinden söz ediyor. Her türlü imgenin belirli bir toplumu anlamada bize nasıl yol gösterebileceğini örneklerle sunuyor. Sessiz tanıkların “satır aralarını” okurken, tarihçileri tuzaklar konusunda uyarıyor. sosyal gruplar imgelerde nasıl temsil ediliyor? Toplumsal cinsiyet, yabancılar hakkındaki basmakalıp yargılar imgelere nasıl yansıyor?
Tarihin yazılışında görsel kanıtların yararları ve tehlikeleri nelerdir?
Burke, tarih ve sanat meraklısı okuru görsel malzemeler arasında zaman ve mekan izlemeden meraklı ve öğretici bir yolculuğa çıkarıyor. Peter Burke, Cambridge Üniversitei’nde Kültür Tarihi profesörü. Bilginin Toplumsal Tarihi, Tarih ve Toplumsal Kuram, Yeniçağ Başında Avrupa Halk Kültürü adlı eserleri Türkçe’de yayımlandı.