Deniz Feneri (Virginia Woolf)
İngiliz edebiyatının başyapıtlarından biri olan Deniz Feneri, son derece basit olay örgüsünün ardında yaratıcısının özyaşamının ayrıntılarını, toplumsal meselelere ilişkin sorgulamalarını, içgözlemlerini ve derin felsefi gizemleri barındırır. Deniz Feneri ’nin merkezinde I. Dünya Savaşı’nın öncesinde ve sonrasında İskoçya’nın Skye Adası’ndaki evlerinde kalan Ramsay ailesi ve konukları vardır. Çocuklar oynarken, yetişkinler sohbet eder, düşüncelere dalar ve keşiflerde bulunur. Yapıtın roman türünde alışık olduğumuz anlatı sürekliliğini kesintiye uğratan yapısı ve her bir anlatıcının kendi bilinç akışının perspektifiyle çözülen olay örgüsü, bir deniz fenerinin kendi ekseni etrafında dönen ışığını andırır. Böylece Ramsay ailesinin sıradan gündelik yaşamı zaman, ölüm, toplumsal cinsiyet ve ahlak üzerine derin düşüncelere gömülür.
Ara Güler – İstanbul
Bu kitap, 1940’lardan 1980’lere kadar İstanbul’daki günlük yaşamın canlı bir fotografik kaydıdır. Ödüllü İstanbul’un Gözü Ara Güler’in şaşmaz merceğinden çekilen film, gelenek ile modernlik arasında gidip gelen şehrin melankolik estetiğini yansıtıyor. Güler’in dikkat çekici çift tonlu fotoğraflarına, Türk kültürünün bir diğer önde gelen ismi Orhan Pamuk’un çağrıştırıcı yorumları eşlik ediyor. Hem yazar hem de fotoğrafçı, gençliklerinde ressam olma tutkusunu taşıyorlardı. Burada her biri kendi tarzında kendi memleketinin fırçasız bir resmini çiziyor ve imaj ve söz yoluyla şehrin ruhunu yakalıyor.
Salapurya Mahallesi
Salapurya Mahallesi 1960’ların başında Londra’da Thames Nehri üzerindeki deniz evlerinde yaşayan bir grup insanın yaşamöykülerini ve yaşam koşullarını aktarıyor. Kendisi de bir süre deniz evinde yaşamış olan yazar Penelope Fitzgerald, çeşitli nedenler yüzünden şehrin gündelik yaşamından kopmuş insanları yalın ama çarpıcı anlatımıyla tanıtıyor. Romanın başkişisi ve bir anlamda da Penelope Fitzgerald’ın kendisi olan Nenna, kocasını teknede kalmaya razı edemediği için altı ve on bir yaşındaki iki kızıyla Grace adındaki salapuryada yaşıyor. Çocuklarını okula göndermediği için rahibe, kocasıyla uzlaşmadığı için ablasına hesap vermek zorunda kalıyor. Kendisinin ve komşularının karşılaştığı bütün zorluklara karşın direnen, özgür bir kadın olmayı başarıyor. Ta ki…
Mizojini Dünyanın En Eski Önyargısı – Kadından Nefretin Evrensel Tarihi
“Kadın düşmanlığının tarihi, binlerce yıl sürdüğü için eşi görülmemiş bir nefretin tarihidir. Öyle bir tarih ki, Aristoteles’i Karındeşen Jack’e, Kral Lear’ı James Bond’a bağlar.”
Jack Holland
Tarihin başlangıcından bu yana insanlığın bir yarısının, diğer yarısı tarafından baskı altında tutulması ve insanlık onurunun elinden alınması nasıl açıklanabilir?
Hindistan’da dul kadınların yakılması, yeni doğmuş kız bebeklerin öldürülmesi, Kuzey Afrika’da kız çocuklarının sünnet edilmesi, savaş bölgelerinde kadınlara toplu tecavüzler… Tüm bunlar yalnızca geçmiş dönemlerin canavarlıkları değil, günümüzün de acı gerçekleridir.
Bugün mizojinin yani kadın düşmanlığının, artık sadece şiddetin ve adaletsizliğin nedeni olarak değil, insani gelişmişliğin ve toplumsal eşitliğin engeli olarak tanımlandığı bir çağı yaşıyoruz. Ama hâlâ, kadınlar eşit işe eşit ücret için savaşıyor. Gerçek bir kadın-erkek eşitliği hâlâ çok uzaklarda.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde, kadının durumu son yüzyıllardan günümüze kadar hemen hiç iyileşmedi. Başka hiçbir önyargı bu kadar uzun süre yaşamadı ve bu ölçüde dayanıklılık göstermedi. Ve hiçbir önyargı, toplumca konmuş sosyal ve siyasal aşağılama kurallarından, hasta bir beynin nefret dolu fantezileriyle beslenen taşkınlıklarına kadar uzanan bu denli değişik yüzler göstermedi.
İrlandalı yazar ve gazeteci Jack Holland, bu kitapta, tüm toplumsal değişimleri, tüm bilimsel ve felsefi anlayışları hiçe sayarak binlerce yıldan beri süregelen bu olgunun genlerini, nedenlerini ve sonuçlarını araştırıyor.
Savaşın Esasları
Clausewitz, Napoleon’a karşı direnmek amacıyla 1812 yılında Rus ordusuna katılmak için Prusya’yı terk etmeden önce, askerlik eğitimi verdiği on altı yaşındaki Prusya Veliaht Prensi Friedrich Wilhelm’e bırakmak için bir deneme kaleme alır. Çoğunlukla “Savaşın Esasları” diye anılan eser, Clausewitz’in o zamana kadar ki birikimini genç öğrencisine yansıtma amacı taşır. Maalesef sıklıkla Clausewitz’in olgunlaşmış teorisinin bir özeti olarak görülmüştür ki aslında kesinlikle böyle birşey değildir. Bilakis, daha sonra yazacağı başyapıtı Savaş Üzerine’nin habercisi niteliğindedir
İnsan Devlet ve Savaş – Teorik Bir Analiz
Savaş nedenleri teorelerinde insan devlet ve devlet sistemi başlıklı doktora tezimi yazmamın üzerinden neredeyse elli yıl geçti. Bu kadar sürenin ardından metnin kökenini ve gelişimini yeniden gözden geçirmeyi memnuniyet verici buluyorun
Canlandırılacak Köy – İsmail Hakkı Tonguç
Cumhuriyet’in getirdiği değerlerin hayata geçirilmesinde pek çok eğitimci ve düşünce insanının büyük katkıları olmuştur. Eğitimci, bugünkü anlamıyla modern pedagojinin ülkemizdeki öncüsü ve köy enstitüleri projesinin fikir mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç da bu kişilerden biridir.
Tonguç’un bakış açısıyla, köye dayanmayan hiçbir teşkilatın verimli, faydalı olması; köyden kuvvet almayan hiçbir işin geliştirilmesi; köylünün katılmadığı hiçbir hareketin “güzel ve kuvvetli” olması mümkün değildir. Köylüyü bir kıymet olarak almayan köye yönelik her teşebbüs, şehir ve kasabada kalmaya mahkûmdur. Köy güzelleştirilmedikçe bütün memleket güzelleştirilemeyecek; köy canlanmadıkça umumi hayat canlanamayacak; köylü gülmedikçe şehirli de gülemeyecektir.
Canlandırılacak Köy, İsmail Hakkı Tonguç’un bu konuda kendi payına düşeni hakkıyla yerine getirebilme gayesiyle kaleme aldığı en önemli ve kapsamlı çalışmalarından biridir.
Tonguç, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden başlayarak önce bir arka plan sunar. Köyün ve köylünün önemine dair eski ve mevcut yaklaşımlara değinir. Temel hususları belirler, belgelere dayandırır. Konuyu siyasi, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla birlik içinde ele almayı ilke edinir. Öğretmen yetiştirme konusuna özellikle ağırlık vererek ayrıntılı bir tarihçe oluşturur. Yeni köy okulunun yaratılmasında köy enstitüleri, yüksek köy enstitüsü, uygulama okulları ve bölge okulları gibi yapıların önemine değinir, açıklamalarda bulunur. İlk baskısı 1939 yılında yapılan kitabın bu yeni baskısında İsmail Hakkı Tonguç’un “61 vilayet merkezi, 305 ilçe, 9150 köy görüldükten sonra yazılmıştır” dediği 1947 tarihli, gözden geçirilmiş ikinci baskısı esas alınmıştır.
İkinci Cinsiyet – Simone de Beauvoir
“Kadın doğulmaz, kadın olunur”. Bu meşhur cümle, 1949 tarihli İkinci Cinsiyet’in odak noktasını oluşturur. Simone de Beauvoir böylece cinsiyet meselesini doğanın alanından çıkarıp kültürün ve tarihin alanına yerleştirirken, bir anlamda toplumsal cinsiyet tartışmasını da erkenden başlatmış olur. Bunu yaparken hem varoluşçuluk, fenomenoloji ve yapısalcı antropoloji gibi kendi çağdaşı olan düşünceleri hem de Hegel ve Marx gibi felsefe klasiklerini cinsiyet düzleminde yeniden okur.
Beauvoir’a göre kadın, kendine has bir durum tarafından, tarih boyunca farklı koşullar altında yeniden üretilen Başkalık durumu tarafından belirlenmiştir: Kadın ile erkek arasında eşitsizlik vardır, kadın ikinci cinsiyettir ve hem bireysel hem de toplumsal bakımdan ezilmiştir. Bu durumun temelinde yatan öncesiz sonrasız kadınlık efsanesi, ataerkilliğin başlıca unsurlarındandır. Ataerkillik sadece kadını değil, erkeği de bu çerçevede üretir ve belirler. Öyleyse kadın ile erkek arasındaki eşitsiz ilişki kadının veya erkeğin doğasından kaynaklanmaz. Kadın ve erkek, doğal veya biyolojik belirlenimlerden ziyade tarihsel ve kültürel birer kurgudur. Öte yandan kadının ezilmişliği diğer ezilenlerin durumundan farklıdır. Kadınlar, aralarındaki farkları aşan ve kapsayan kadınlık durumunun bilinciyle hareket etmezler.
Öncesiz sonrasız kadınlık efsanesinin etkisi altında kadın içkinliğe hapsolmuş, adeta içkinlikle özdeşleşmiştir. Bu kavramsal çerçeveden hareketle Beauvoir, kadının özgürlüğü, ev içi emek, annelik, evlilik kurumu, kadın bedeninin tahakküm altına alınması gibi, feminist düşüncenin güncel meselelerine dokunan birçok konuyu tartışmaya açar. Son kertede kadın ve erkek kurgularının tarihin diyalektik hareketine tâbi olduğunu ve bu hareket içinde aşılıp yıkılacağını düşünür. Ama bunun olmazsa olmazı kadının etkili eylemidir. Kadının ve erkeğin özgürleşmesi Beauvoir düşüncesinde kadının dünyada eylemesiyle ve üretmesiyle mümkündür ancak.1970’lerden beri Türkçe basımı bulunmayan İkinci Cinsiyet’i yeni çevirisiyle Türkiyeli okura sunuyor, feminizm tartışmalarına katkıda bulunmasını diliyoruz.
İnsanların Oynadığı Oyunlar
Hepimiz oyunlar oynarız. İşyerinde, arkadaş ortamında, yatak odasında… Farkında bile olmadan, yıllar önce yazılmış bir senaryoya göre hareket eder ve çocukluk döneminde öğrenilenlerin insanlarla ilişkilerimize, duygusal yaşantımıza ve iş çevremize yansımalarını yaşarız. Hayatın dümeni kendi elimizde, hayatımızı kendimiz kontrol ediyoruz sanırız. Ancak verdiğimiz kararlar çok önceden alınan kararlardır. İş hayatındaki başarılar ve düşüşler, evlilikteki mutluluklar ve hayal kırıklıkları, her bir mücadelede atacağımız her bir adım, aslında çok önceden planlanmış bir oyunun hamleleridir.
Döneminin en etkin psikiyatristlerinden Eric Berne’ün klinik çalışmalara dayanarak yazdığı
İnsanların Oynadığı Oyunlar, ilişkilerin psikolojisi ve davranış kalıpları hakkında çığır açmış bir kitap. Denediğimiz, oynadığımız ya da oynamaya zorlandığımız bu rolleri keşfettiğinizde insanlarla ilişkilerinizdeki bilinçdışı manevraları çözebilir, birlikte bir dakika ya da bir ömür geçirdiğiniz kişilerin gerçek benliklerini tanıyarak eylemlerinizi ve tepkilerinizi duruma göre ayarlamayı öğrenebilirsiniz.
Talmud ve Hadis – Karşılaştırmalı Bir Araştırma
Bu kitapta, binlerce yıl nesilden nesile aktarılagelen, “sözlü” olarak rivayet edilmelerine karşın Yahudilik ve İslam’daki “Yazılı Kitap”ı insanlara daha anlaşılır ve yaşanılır kılan -metin değerlerinin kanoniklikleri tartışmalı olsa da- Yasa’nın ve Teoloji’nin en temel dayanağı olan iki kaynağı Yahudilerin Talmud’u ve Müslümaların Hadisleri, Teolog ve kadim diller uzmanı Mehmet Sait Toprak tarafından cesaretle ve büyük bir özgüvenle ele alınıyor.
Yazar, Talmud ve Hadis etrafında örgülenen anlayışın arka planını metodolojik ve tarihsel bağlamıyla ve sözlü’den yazılı’ya aktarılması evreleriyle düşünülmesini önerirken aynı zamanda insanlık birikiminin bu muazzam kalıntılarının anlaşılmasına da giz(em)li bir kapı aralıyor aslında…
Yazarımız İbranice, Aramice ve Arapça dillerindeki uzmanlığını sergilediği bu kitabıyla, Yahudilik ve İslamiyet’te “Yazılı Kitap”ın dışında kendisine kutsallık atfedilen Talmud ve Hadisleri benzerlik ve yakınlıklar çerçevesinde karşılaştırarak bu alanda bir ilk adım atmıştır. Yazar, bununla Yahudi ulusunun toplum sözleşmesi ve “Yahudi hayat okulu” Talmud ile yaşam portresi ve Müslüman’ın “Peygamber esaslı yaşam rehberi” Hadis’i, iki inanç sisteminin ayrı gibi görünen; ama, gerçekte iplikleri iç içe geçmiş bir dizi ortak ve ortak olmayan dokusunu son derece maharetli bir sanatkârlık göstererek yan yana getirmiştir. Bilimsellik, yan yana gelmesi imkânsız olanları bir araya getirirken, birbirinden ayrılmaz gibi görünenleri de ustaca analiz etme uğraşısı ve önyargıların kırılması değil midir? İşte yazar, bu eserinde görünürde imkânsız ama içten ayrılmazları ahenkle ve önyargısız bir şekilde bir araya getirmiş ve buluşturmuştur.