Neşenin Bin Adı
“Byron Katie’nin çalışmaları keskin bir kılıç gibi yanlışları kesiyor ve varlığınızın özünü bilmenizi sağlıyor.
– Eckhart Tolle, Şimdi’nin Gücü kitabının yazarı
“Byron Katie, günümüzün gerçekten önemli ve ilham veren öğretmenlerinden biridir. Herkesin bu olağanüstü kitaba kendini kaptırmasını öneriyorum.”
– Dr. Wayne Dyer
“Olanı Sevmek” kitabında Byron Katie acıların onları yaratan stresli düşünceleri sorgulayarak nasıl sona erdirilebileceğini gösterdi. Şimdi, Neşenin Bin Adı ile bizleri, sorgulamanın diğer tarafında yaşayan özgürlüğü keşfetmemiz için yüreklendiriyor.”
“Stephen Mitchell –Tao Te Ching’in tanınmış yazarı– Byron Katie’nin hepimizin karşısına çıkacak en önemli konular hakkında konuşması için kadim metinden uyarıcı alıntılar seçti: yaşam ve ölüm, iyi ve kötü, sevgi, çalışmak ve tatmin. Byron Katie, her koşulda tamamıyla rahat olan hikâyeleriyle uyanmış zihni tanımlamanın da ötesinde onu görmenizi, hissetmenizi, harekete geçirmenizi sağlıyor.”
“BYRON KATIE, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insana kendi kendini sorgulamanın basit ama güçlü yöntemini tanıtmıştır.”
Kürklü Venüs
İnsani varoluşun karanlık taraflarına ışık tutuluyor Kürklü Venüs’te. Daha ilk sayfadan itibaren insanın arzuları ve tutkuları, saldırganlığa olan “içgüdüsel” eğilimleri didik didik ediliyor. Yerleşik değerleri ve anlamları sarsan, sınırları zorlayan kışkırtıcı bir roman Kürklü Venüs. İçinde “sevginin”, “merhametin”, “şefkatin”, “cinselliğin” olduğu “aşk” da siyasal bir egemenlik oyunundan ibaret:
Goethe’nin “Ya çekiç olmalısın ya örs” lafı hiçbir yere kadın erkek ilişkisine uyduğu kadar iyi uymuyor, laf arasında, rüyanda Bayan Venüs de bunu göstermişti sana. Erkeğin ihtirasında kadının gücü saklıdır ve erkek dikkat etmezse kadın bu gücü kullanmasını bilir. Erkeğin bir tiran veya kadının kölesi olmak arasında bir seçim yapmaktan başka şansı yoktur. Kendisini teslim ettiği anda boyunduruk kafasına geçirilmiştir ve kırbacı teninde hissedecektir…
“Aşk” insanın tutkularından, özellikle de egemenlik hırslarından bağımsız bir ruh hali değil; hatta efendi ve köle arasındaki kadim ilişki aşkı da belirleyen bir ilişki…
Büyük Deniz – Akdeniz’de İnsanlık Tarihi
“Benim ‘Akdeniz’im, başından sonuna denizin kendi yüzeyinden, kıyılarından ve adalarından, özellikle de onu aşmakta ana çıkış ve varış noktalarını oluşturan liman kentlerinden oluşuyor.” Akdeniz tarihinin büyük öncüsü Fernand Braudel’in, özgül bir çağını incelemek yoluyla özelliklerini yakalamaya çalıştığı Akdeniz’in yatay denebilecek tarihinden farklı olarak bu kitap, zaman içindeki değişimi vurgulayarak Akdeniz’in dikey bir tarihini yazma girişiminde bulunuyor. “Bu kitap Akdeniz’in çevresindeki toprakların tarihi olmaktan çok bir Akdeniz tarihidir; daha belirgin söylemek gerekirse, bu denizi aşan ve kıyılarındaki limanlarda ve adalarında yaşayan insanların tarihi.” Dolayısıyla, Braudel’in, suyla dolu bir havzayla birlikte kıyı çizgisinin çok ötesine uzanan bir kara parçası olarak ele aldığı ve kimi zaman Akdeniz’in ötesindeki yerleri de kuşatarak tanımladığı Akdeniz’den daha dar bir çerçeve bu. “Hinterlant kuşkusuz göz ardı edilemez ama bu kitap, ayaklarını adamakıllı denize sokan, daha da önemlisi sularında seyreden, bazı örneklerde kültürlerarası ticarete, dine dayalı ve diğer fikir hareketlerine veya en az bunlar kadar önemli deniz güzergâhları hâkimiyetine yönelik deniz savaşlarına doğrudan katılanlara odaklanıyor. Benim niyetim, Akdeniz’in tamamını veya büyük bölümünü dönüşüme uğratmış halkları, süreçleri ve olayları betimlemek.”
David Abulafia’nın Büyük Deniz’i, MÖ 3500 civarında Malta’da o gizemli tapınakların dikilmesinden, Akdeniz sahillerinin yakın geçmişte bir turizm beldesi olarak yeniden yaratılmasına varıncaya dek Akdeniz’in üzerinde ve hemen çevresinde olan bitenlerin ilk eksiksiz tarihi. Büyük Deniz Cebelitarık’tan Yafa’ya, Cenova’dan Tunus’a kadar Akdeniz’in bütün o olağanüstü uzamında ve tarihinde nefes kesici bir şekilde geziniyor. Abulafia, ele aldığı büyük ölçekli gelişmelerle doğrudan bağlantılı bireylerin yaşamlarını da büyük bir ustalıkla anlatıya monte ediyor.
Osmanlı Hanımı
Fanny Davis dikkat çekici bu çalışmasıyla az bilinen bir dünyaya, Osmanlı hanımının dünyasına eğiliyor. Osmanlı hanımı, saray kadınlarından daha mütevazi hayatlara, köle kadınlara değin Osmanlı kadınının imparatorluğun son iki yüzyılındaki toplumsal yaşamının canlı bir anlatımı olduğu kadar Batı etkisinin geleneksel yapıları sarstığı bir tarihsel dönemde yaşadığı heyecan verici değişimin de hikâyesi. Bu arada bazı ilgi çekici kişiliklerle karşılaşıyoruz: Hatice Sultan, Esma Sultan, Bezmiâlem Sultan, Nigâr Hanım, Fatma Aliye, Halide Edip.
Göbekli Tepe – Öteki Dünyaya Açılan Kapının Şifreleri
Göbekli Tepe, birden bire ortaya çıkmış değildir. Orijinal ismini bilmesek de, bu coğrafyada çok daha eski dönemlerden beri var olagelen ve belki de, çok renkli kültürlerin bir sen¬tezlenmesi neticesinde ortaya çıkan kendi döneminin kültürünün doruk noktalarından biridir.
Göbekli Tepe’nin gerek mimaride, gerekse de sembollerde dışa vuran kompleks yapısı, onun dar, bölgesel bir oluşum olmadığına da işaret et¬mektedir. Görünen o ki, binlerce yıllık süre zarfında geniş bir coğrafyada yaşayan değişik toplumlar vasıtasıyla birbirlerinden kültürel, inançsal alışverişte bulunan çok renkli kültürler yumağının bir ürünü ve sentezleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır.
Tapınak ve başka birçok işlevi içinde barındıran bu yapı kompleksinin toplumsal, inançsal, ekonomik v.d. birçok işlevleri vardı. Toplumsal örgüt¬lenme ise bir arada yaşama etiği ve davranış kurallarını gerektirir. Periyo¬dik olarak ilerleyen zamanın belli dilimlere ayrıştırılıp, ona uygun akti¬vitelerin planlanması da takvimi gerekli kılmıştır. İşlerin doğru zamanda başlatılıp, yine doğru bir zamanda tamamlanması ve zamanın en iyi bir şekilde değerlendirilmesi de yine bu ve buna benzer merkezler aracılığıyla sağlanmıştır.
Buraları sadece ibadetlerin yapıldığı yerler değil; aynı inanca sahip olup, bir birlerinden uzak oturan insan topluluklarının yılın belli dönemlerinde toplanmalarını da sağlayan bir çeşit hac ziyaretinin yapıldığı yerlerdi aynı zamanda.
İzmir Savaşı – Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının Anlatımıyla
1919-1922 Türk-Yunan savaşımına ve bunu izleyen ünlü “mübadele”ye ilişkin olarak aydınlarımızın bilgi edinebileceği Türkçe kaynak, günümüzde hayli zengin olmakla birlikte, hala önemli bir eksiklik gösteriyor: Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının anılarını aktaran bir kitabın yokluğu. İşte, elinizdeki kitap, o eksiği gidermek için size sunuluyor. Gerçekten birbirimizi anlamak, hatta tanımak için birbirimizin ne dediğini dinlemek, öğrenmek zorundayız; anlatılanları hoş bulmasak bile! Bu kitaptan, bilmediğiniz pek çok şey öğreneceksiniz; en önemlisi, Anadolu yerlisi, ama gerçekten, yani babadan, dededen yerlisi olan Rumların Türklere ilişkin duygu, düşünce ve tutumlarının hiç de sandığımız gibi olmadığını göreceksiniz.
Ezoterizme Giriş
Ezoterizmin içindeki bilgileri öğrenmek ve bu bilgiler ışığında dinsel metinleri okumak, dinlerin içindeki gerçek mesajları yakalayabilmemizde bize çok büyük kolaylık sağlayacaktır. Dolayısıyla dinlerin de gerçek değeriyle algılanmasında bu çalışma, bizlere büyük bir oranda yardımcı olacaktır.
Ezoterik bilgiler ışığında kutsal metinler incelendiğinde, dinlerle ilgili bilgilerimizin ne kadar eksik olduğu hemen ortaya çıkacaktır. Çünkü dinlerin dili semboliktir ve bu semboller ezoterik içeriklidir. Dinlerin günümüzde hâlâ geniş halk kesimlerince tam olarak anlaşılamamasının ve dinlerle ilgili kulaktan dolma klâsik yorumlarla yetinilmesinin tek sebebi işte budur.
İnanmış olduğumuz dinin bizlere aktarmış olduğu ilâhi mesajları daha kapsamlı olarak öğren- mek isteyen herkes, ezoterizme müracaat etmek zorundadır. Aksi takdirde ilâhi mesajlar bizler için kapalı kalacaktır.
Cumhuriyetin Tarihi
Bu kitap, bugün yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur. Okuyucu bu kitapta, bugünün Türkiye’sinde halkın iradesini temsil eden ve üstünde irade olmadığı ifade edilen ve kabul edilen siyasal sistem gereği böyle olması da gereken Meclis’in üzerinde irade olmaya çalışanların ilk örneklerini 23 Nisan 1920’de faaliyetine başlayan Meclis’te bulabilir ve halkın iradesine müdahalenin Türkiye’de köklü bir geleneğe sahip olduğunu görebilir; halkın iradesini ifade biçimi olan seçimlere müdahale ederek sonucu istediği gibi inşa etmeye çalışanların yaklaşık yüz yıldır devlet kurumunun önemli noktalarında yer aldıklarını fark edebilir; halkın iradesi söylemine sımsıkı sarılan ancak eğer bu irade kendi iradesini onaylıyorsa kabul eden, yoksa halkı “cahil sürüsü” olarak algılayan zihniyetin sahiplerinin yine yüz yılı aşkın süredir bu ülkede “iktidar” olduklarını tespit edebilir; bu ülkede birilerinin ülkeyi her şeyi ile kişisel malı gibi kullanma ve yönlendirme zihniyetine sahip olduğunu ve bunu sağlamak için her türlü enstrümanı titizlikle edindiğini, oluşturduğunu ve bunun yaşadıklarımızın önemli bir faktörü olduğunu fark edebilir; bütün manipülasyonlara ve yönlendirmelere rağmen, halkın iradesini biraz ortaya koyma tavrını sergilediği zaman, bunun hemen ses getirdiğinin yüzyıllık süreçte bir çok örneğini bulabilir…
Kendinle Zorun Ne? Kendinle Barışmak Kendinle Didişmekten Daha Kolay
Hangimizin zihninde hatalarımızı ve yetersizliklerimizi bize fısıldayan yargılayan bir ses yok ki? Özsaygımızı ve özgüvenimizi yaralayan bu yıkıcı ve sinsi “eleştirmenden” kurtulmak şarttır. Meditasyon öğretmeni ve terapist Mark Coleman, kitabında bu içsel yargılamanın çok çeşitli görünümlerini sergiliyor, kaynaklarına iniyor, onu anlamanın ve yenmenin kolayca uygulanabilir bir yol haritasını veriyor. “Mark Coleman, yaratıcılığımıza ket vuran içsel ‘eleştirmeni’ her yönüyle ele alıyor. Herkes için çok yararlı. Ben, özellikle kendilerini sürekli yargılayan üniversite öğrencileriyle, genç sanatçı ve profesyonellerle ve asla yeterince yeterli olamadıkları duygusuna kapılmış kişilerle çalışmamda yararlanacağım.” -Mirabai Bush, Yazar/Öğretmen “Zihni içsel ‘eleştirmenden’ en iyi arkadaşa dönüştürebilmek daha doyurucu bir yaşamın anahtarıdır. Kendinle Zorun Ne? tam da bu yolda yardımcımız olacak mükemmel bir kitap. Birinci sınıf bir çalışma!” -James Baraz, Yazar/Öğretmen “Çoğumuz yetenekli bir destekleyicinin hayatımıza girip, düşlerimize arka çıkmasını, korkularımızı yatıştırıp bize bir gelecek vizyonu sunmasını bekler. Mark Coleman bize açık ve uygulanabilir adımlarla yargılayıcı zihnimizle daha sağlıklı bir ilişki kurarak beklediğimiz bu kişinin bizzat kendimiz olabileceğimizi hatırlatıyor. Bu kitap hayatınızı değiştirebilir.” -Chip Conley,
Günlük Yaşamın Psikoterapisi
Meyveler Avrupa’da olgunlaşmış olsa da, üzerinde yetiştikleri ağacın kökleri doğduğum ve gençliğimin geçtiği yerde, bir Orta Doğu ülkesi olan İran’dadır. Psikoterapi çalışmalarımın sonucu olan bu kitabın, Orta Doğunun anlayışıyla Batının ilerleyişini birleştirme yolundaki çabamı yansıttığını umuyorum. Bu tarz bir yaklaşımın doğasında bir çok sorun olduğunun bilincindeyim. Ancak günümüzde coğrafi uzaklıklar pek sorun yaratmadığından ötürü, dünyada birlik duygusu gerekli olmasa da yararlıdır diye düşünüyorum. Bir çok yanlış anlamaya rağmen, içinde yaşadığımız çağ, çokluk içinde birlik adına umutlu bir özlemi ortaya koymaktadır. Goethe, bunu Westöstlicher Diwan adlı kitabının aşağıdaki satırlarında özetlemişti ve anlamları da bu cildin sayfalarında tekrar tekrar karşımıza çıkacak:
Her kim kendini ve başkalarını tanırsa gerçeği de o şekilde kabul edecektir:
Doğu ile Batı bundan sonra birbirinden ayrılamayacaktır.