Bebeğinize Fransız Kalın!
Amerikalı Bir Anne Fransız Usulü Ebeveynliğin Sırrını Keşfediyor..
Amerikalı gazeteci Pamela DRUCKERMAN Paris’te yaşadığı sırada bebek sahibi olduğunda “Fransız usulü bir ebeveyn” olmak gibi bir niyeti yoktu. Ta ki Fransız bebeklerin daha iki-üç aylıkken gece boyu deliksiz uyuduğunu, haşlanmış sebzelere bayıldıklarını ve ebeveynleri keyifle cafelerini yudumlarken bir kenarda sakince kendi başlarına oynayabildiklerini keşfedene dek!
Dahası tüm bunları yaparken bu çocuklar gayet canlı, meraklı ve yaratıcı görünüyorlardı. Bu nasıl olabilir? İşin sırrı nedir?
Bez çantasına sıkıştırdığı not defteri ile Pamela, bunun nedenini nasılını öğrenmeyi kafasına koyar. Fransızların sadece farklı bir ebeveynlik yaklaşımları olmadığını, çocuğun aslında kim (ya da ne) olduğuna dair de bambaşka bir bakış açıları olduğunun farkına varır.
Bebeğinize Fransız Kalın! Çok eğlenceli bir diller yazılmış bir aydınlanma hikayesi.
Bu kitap tüm kendi yetişkinlik hayatlarını şifalandırmak, parlak, iyi huylu ve maceracı çocuklar yetiştirmek isteyen ebeveynler için.
“An itibarıyla sekiz yıldan fazladır ebeveynim ve itiraf etmeliyim ki, hiçbir ebeveynlik kitabını bitiremedim. Fakat bu, karşı konulamaz bir kitap.”
Suat Derviş: Efsane Bir Kadın ve Dönemi
“Aristokrat bir Osmanlı ailesinin kızı, Osmanlı Devleti’nin son, Cumhuriyet’in ilk yıllarının en önemli kadın gazetecilerinden
Romanları beğenilip birçok yabancı dile çevrilen Türk yazarı ve dillere destan Fosforlu Cevriye’nin yaratıcısı…
Nâzım Hikmet’in ilk aşkı, Türkiye Komünist Partisi Teşkilat Sekreteri Reşat Fuat Baraner’in eşi, kendisi de parti içinde faal bir militan, birkaç kere evlenmiş, güzel ve ‘çapkın’ bir kadın.
Bunlardan daha çok hangisiydi Suat Derviş?
Son Osmanlı aydınlarından hümanist Suat Derviş, Cumhuriyet’ten sonra, ideallerini ancak solda gerçekleştireceğine inanmış bir kadındır. Ancak, hiçbir ideolojiye, hiçbir akıma, hiçbir sınıfa tamamıyla hapsolmayı kabul etmeyecek kadar bağımsız ve bunun bedelini sonuna kadar ödemeyi göze alacak kadar da cesurdur…Bu kitap, onun hikâyesi…”
Esat Paşa – Çanakkale Savaşı Hatıraları
Esat Paşa, son devir Türk tarihinin değerli askerlerindendir. 1911’de Gelibolu’daki 5. Fırka (Tümen) kumandanı ve Çanakkale Savaşı’nda kolordu kumandanı oldu. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey’in 19. Fırkası, bu kolordunun 3 tümeninden birini oluşturuyordu.
Çanakkale Savaşı’nda Esat Paşa’nın adı dünyaca tanındı. Bu savaştaki başarılarından dolayı rütbesi ferikliğe (korgeneralliğe) yükseltildi. Çanakkale Savaşı’ndan sonra I. Ordu Kumandanı olarak İstanbul’a geldi. 1920’de Salih Paşa kabinesinde iki hafta kadar Bahriye Nazırı oldu. İsteğiyle emekliye ayrıldı. 2 Kasım 1952’de 90 yaşında öldü.
Hayber’de Türk Cengi – Eşref Kuşçubaşı
Bu kısa sunuş yazısı şu amaçları taşımaktadır:
– Eşref Bey’in “Hayber Cengi” hatırlarını geniş bir bağlam içine yerleştirmek (Bunun için, I. Dünya Savaşı ve Orta Doğu’daki muharebeler üzerinde durulacak ve Şerif Hüseyin isyanının arka planı değerlendirilecektir. Eşref Bey, bu isyanın çıkmasından kısa bir süre sonra Enver Paşa’yla görüştü. İsyan yüzünden, Yemen’deki Osmanlı kuvvetlerine para götürme görevi verildi.
– Yazarın Eşref Bey’le ilişkisini ve elinizdeki çalışmanın nasıl ortaya çıktığını anlatmak.
– Okura manüskriyi tanıtmak.
Sümerler
Sümerler önce Sümer sonra da Babil olarak bilinen topraklarda Samilerden önce yaşamış pragmatik ve yetenekli bir halktı. Bu topraklarda İÖ 5000-2000 arasında ilk kez insanlık tarihinin en gelişmiş uygarlığını kurmuşlardır. Bu kitap onlar hakkında bildiklerimizi derli toplu bir biçimde sunmaktadır.
Profesör Kramer büyük bir coşkuyla Sümer uygarlığı tarihinin ana hatlarını çizip şehirlerini, dinlerini, edebiyatlarını, bilimsel başarılarını ve sosyal yapılarını betimlemekte; son olarak da Sümerlerden antik ve modern dünyaya kalan mirası sorgulamakta.
“Sümer uygarlığı konusunda tartışmasız bir otorite olan Profesör Kramer büyük bir özen ve hakimiyetle yazıyor.”
-Library Journal-
“Çok az akademisyen böyle bir kitabı yazabilirdi ve Kramer de kesinlikle onlardan birisi… Bu kitabın en değerli yönlerinden biri ilk defa burada genel okuyucuya sunulan metinler ve fragmanlar. Uzman olmayan okurlar için rahat okunan bir giriş kitabı; uzmanlar içinse genel bir sentez sunmakta.”
-American Journal of Archaeology-
Hıristiyanlıktaki Ateizm
Habermasın ileri sürdüğü gibi “dini fundamentalizm” istisnai bir modern fenomense, moderniteden uçarcasına çıkış, içinde yaşadığımız bu dönemde niçin özel, tek bir dini boyut üzerinden gerçekleşiyor, diye sormak gerekir. İnsanlar dine yöneldiklerinde neyin peşinde, ne arıyor olabilirler? Bunu yapmakla yanlış bilincin devamı olan Tanrı yanılsamasının apaçık kurbanları durumuna mı düşmektedirler, yoksa din sadece “halkın afyonu” olmaktan öte bir şey mi? Yanlış ve olduğundan farklı hatırlanan, ama kendi içinde bütünlüklü bir geçmişi geri çağırırken kökleri tahayyüle dayanmayan bir geleceği mi çağırmaktadır insan? Tanrının bağışlayıcılık kararlarının tartışılmayacağı anlayışının dünyasından radikal bir kopuş yaşamadan, bu yanlış hatırlanan geçmişten o geleceğe geçmek mümkün müdür?
Bütün bunlar Ernst Bloch’un ömür boyu uğraştığı insan varoluşunun artılarını; bütün akla uygun açıklamaların tükendiği yerde karşımıza çıkan o fazlalarını anlama çabasının sorularındadır. Ezilen, baskı altında yaşayan mahlukun iniltisinin neye benzediğini ve bu iniltinin içinde sadece umutsuzluğun değil özgürlüğün de yüksek bir çığlığının bulunup bulunmadığını anlamak ister Bloch.
Bloch, bu çığlığı sadece maddi baskının bir sonucu olarak görmeyip, bizatihi modernitenin şartlarının beraberinde getirdiği bir tür metafizik kaybının da ifadesi olduğunu düşünür. Buna eşlik eden bas bir ses gibi, bir umut metafiziği çıkarır karşımıza, o vaat edilmiş ülkeye olan arzumuzun sürüklediği bir “yön sabitesi”.
Algı Yönetimi ve Manipülasyon
İçinde yaşadığımız modern şehir hayatında, bir yandan görevler ve zorunlu ilişkiler içinde boğulurken, diğer yandan algı yöneticilerinin manipülasyona dayalı kandırma teknikleriyle baş etmeye çalışıyoruz. Zira gerçekle aramıza giren manipülatörler; gördüklerimizi, duyduklarımızı ve hatta dokunduklarımızı nasıl yorumlayacağımızı belirlemek için profesyonel bir çaba gösteriyor. Neticede algı yöneticileri kolaylıkla verebildiğimiz “hayır” deme ve itiraz etme tepkisini ortadan kaldırarak insanları edilgen hale dönüştüren uzmanlık kodlarından yararlanmakta son derece mahirdirler. Oysa bu teslimiyetçi durum aile, siyaset ve bilim ilişkileri başta olmak üzere toplumsal alanın farklı katmanlarında bizi türlü yalanların kurbanı haline getirebilir.
Peki, algı yöneticilerinin manipülasyonları karşısında “hayır” demek hepimize neden bu kadar zor gelir? Usta yalancıların yönettiği bir dünyada yaşadığımızın farkında mıyız? Onaylamadığımız düşünceleri onaylar görünmek pahasına, bizi başkalarına uyum sağlamaya iten nedir? Dahası kandırmanın başarılı olmasında “niçin?” sorusunu sormayışımızın etkisi ne düzeydedir? Kampanyalar ve sürekli tekrar bizi nasıl yönlendirir? Manipülasyonları başarılı kılan unutkanlık, duygusallık ve düşüncesizlik zaaflarından kurtularak algı yöneticilerine karşı direnmeyi nasıl başarabiliriz?
Cinayet Sırları (Neil Gaiman)
Efsane…
Melekler…
Cinayet…
Parktaki bir bankta oturan yalnız bir adamın gözlerinden, onun kim olduğunu anlayamazsınız – cennetten asırlar önce gelmiş olan eski bir melek olabilir. Dünya’ya, anlatılması gereken bir hikayeyi anlatmak için gönderilmiş olabilir. Çok eski bir öykü…
Ödüllü yazar P. Craig Russel, ünlü yazar Neil Gaiman’ın ilahi bir cinayeti anlatan ve büyük beğeni toplayan bir öyküsünü, hafızalara kazınması için çizgi roman olarak hayata geçirdi.
Alemin Yaratılışı – Muhyiddin İbn Arabi
İnsanın içinde kendisinin de bulunduğu ‘varlık’ ve âlem üzerinde düşünmesi tümevarım bir yolla merkezden çevreye doğru bir seyir takip ederek en nihayetinde sabit bir ilkede karar kılmak ister. Başlama noktası olarak kendisini alsa bile insan gördüklerinden hareketle evrende bir ilke bulmak ister. En azından düşünce tarihi sürekli bir ilke arayışı üzerinde odaklanmıştır. Bu itibarla bir ilkede karar kılmak düşünmenin gerekli kıldığı bir netice olarak kabul edilmiştir. Varlık bahsini tümel ve tümdengelim yöntemiyle ele alan en önemli isim hiç kuşkusuz İbnü’l Arabî oldu. Elinizdeki kitap Fütûhât-ı Mekkiyye’nin ilk cildinde yer alan 6-13. Bölümler arası ve 12-13. kısmı muhteva etmektedir. İbnü’l-Arabî bu kitabında; âlemin yaratılışını, göklerin, yerin, meleklerin ruhani varlıkların ve insanın yaratılışını sıralı olarak ele alır ve bütün bunları ilahi isimlere bağlar.
Hayy (Muhyiddin İbn Arabi)
Yüce yaratıcının daima diri olmak, âlim ve kadir olmak gibi kemal sıfatlarına sahip olması bize göre zata eklemlenen hükümler ve sahih olumsuzlamalardır. Zat bunlarla vasfedilir; ama bunların, zata zait olarak kabul edilen objelerle bir ilgisi yoktur. Çünkü Allah’ın zatı kâmildir. Dolayısıyla zait bir şeyle kemal bulması imkânsızdır. Çünkü bunun anlamı zait nitelik olmadığı zaman zatın eksik olmasıdır. Eksiklik ise imkânsızdır. Dolayısıyla zait bir nitelikle kemal bulması da imkânsızdır.