Mütareke Yıllarında İstanbul – Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar Etrafında
kitap, Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu’nun Resimli Yirminci Asır dergisinde, 26 Mayıs 1955 tarihinden 17 Eylül 1957 tarihine kadar haftalık olarak yazdığı, mütareke dönemi İstanbul’unun basın hayatı çevresinde gelişen sosyal ve siyasî yaşamına dair hatıralarını içeren tefrikasından oluşmaktadır. Eserde, dönemin gazeteleri, gazete sahipleri, günümüzde artık tamamen unutulmuş şöhretli gazetecileri ve onların bilinmeyen tarafları, mütareke ortamının Babıâli’si, işgal kuvvetlerinin çıkardığı zorluklar, Osmanlı Devleti’nin çöküşüyle birlikte gelen iç siyasî hesaplaşmalar gibi konular anlatılmaktadır.
Kuralların Ütopyası – Teknoloji, Aptallık ve Bürokrasinin Gizli Zevkleri Üzerine
Sonu gelmeyen kurallara, düzenlemelere, prosedürlere ve bürokrasiye duyduğumuz arzunun kaynağı nedir? Nasıl oldu da internet çağında bile form doldurmaktan başımızı kaldıramaz hale geldik? Yoksa devlet şiddeti denen olgunun kaynağı burada mı?
Antropolog, düşünür ve aktivist David Graeber bu sorulara yanıt ararken günümüz bürokrasisinin güdümlediği tekinsiz ve şaşırtıcı ilişki türlerini inceleyip bunların biz farkına varmadan hayatımızı nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seriyor. Gelgelelim oldukça riskli bir iddia ortaya atarak bürokraside sapkınca çekici –ve hatta romantik– bir unsur olabileceği görüşünü de irdeliyor.
Sağ kanat ekonomi siyasetinin yükselişinden Sherlock Holmes ve Batman gibi kahramanların iç dünyamızda bulduğu karşılığa kadar birçok güncel konuyu ele alan Kuralların Ütopyası, Foucault’nun, Marx’ın geleneğini sürdüren güçlü bir sosyal teori çalışması. Ancak popüler kültüre yönelik çarpıcı ve zeki analizleriyle de Žižek’i aratmıyor.
Daha iyi, daha özgür bir yaşam hayal etmek arayışıyla çağımızın en temel sorunlarını ele alan Kuralların Ütopyası, resmi belgeler yığını altında ezildiğimiz günümüzde, örtük şiddet tehdidi altında boyun eğdiğimiz kurumlara, müesseselere yönelik ciddi bir sorgulama başlatıyor.
1960 Sonrası Sanat
Ülkemizde pek bilinmeyen 1960 sonrası sanat akımlarını inceleyen bu çalışma, sanatın, yüzyılımızın ikinci yarısındaki gelişim süreci hakkında bilgi vermektedir. 1960 Sonrası Sanat, Yeni gerçekçilik, Happening, Minimal Sanat, Op-Art, Eat Art, Arazi Sanatı; ve günümüzde sıkça tartışılan Post-Modernizmin, Kavramsal Sanat, Süreç Sanatı, Posta Sanatı ve Fluxus gibi akımlara postmodern tepki olarak nasıl yansıdığını, sanatçıların yapıtlarından örnekler de vererek gösteriyor.
Savaş – Çatışmalar Bizi Nasıl Biçimlendirdi?
Savaşma içgüdüsü insan doğasında doğuştan olabilir, ancak savaş ve örgütlü şiddet örgütlü toplumla birlikte gelir. Savaş, insanlığın tarihini, sosyal ve politik kurumlarını, değerlerini ve fikirlerini şekillendirmiştir. Dilimiz, kamusal alanlarımız, özel anılarımız ve en büyük kültürel hazinelerimizden bazıları savaşın ihtişamını ve sefaletini yansıtıyor. Savaş rahatsız edici ve zorlu bir konu, çünkü insanlığın hem en aşağılık hem de en asil yönlerini ortaya çıkarıyor.
Margaret MacMillan, savaşın insan toplumunu nasıl etkilediğine ve buna karşılık siyasal örgütlenme, teknoloji veya ideolojilerdeki değişikliklerin de nasıl ve neden savaştığımızı nasıl etkilediğine bakıyor. Savaş: Çatışmalar Bizi Nasıl Biçimlendirdi? çok tartışılan şu soruları araştırıyor: Savaş ilk ne zaman başladı? İnsan doğası bizi birbirimizle savaşmaya mı mahkûm ediyor? Savaş neden tüm insan etkinliklerinin en örgütlüsü olarak tanımlanıyor? Neden savaşçılar neredeyse her zaman erkektir?
Grup Psikoterapisinin Teori ve Pratiği
Jenole Frank tarafından “bugün ve yakın bir gelecekte alanındaki en iyi kitap” olarak selamlanan Grup Psikoterapisinin Teori ve Pratiği artık bir ders kitabı olmuş durumunda. Gerçekten de American Journal of Psychiatry’nin yaptığı bir incelemede “ufuk açıcı ve değerini kaybetmeyen” ve son on yılda psikiyatri çalışmaları arasında en çok alıntı yapılan on kitaptan birisi olara nitelenmiştir.
Çeviriye temel alınan bütünüyle gözlenen geçirilmiş yeni baskı Amerikan Psikiyatristler Birliği’nin tanı el kitabı DSM-IV’nin son saptamalarına göre düzenlenmiştir. Dr. Yalom, klinik çalışmalara dayanan geniş bilgelik ve deneyimlerinin ışığında son gelişmeleri de sunmaktadır. Ayrıca bireysel terapi ve grup terapisinin birleştirilmesini, kısa grup terapisini, yeni ortaya çıkan türdeş odaklı grupları ele almakta ve bunları yazarın yaşadığı olaylarla örneklendirmektedir. Son on yılda ikibinden fazla seansa katılan yazar deneyimlerini bizlerle paylaşmaktadır. Hem akademik hem de canlı olmayı başaran Grup Psikoterapisinin Teori ve Pratiği keyifle okunan inanılmaz bir bilgi kaynağıdır.
Neoliberalizmin Mimarlığı
Çağdaş Mimarlığın Denetim ve İtaat Aracına Dönüşme Süreci
Neoliberalizmin Mimarlığı, çağdaş mimarlıktaki egemen düşünce ve uygulamaların neoliberal yönetim teknikleriyle ittifakını irdeliyor. Eleştirelliği bir yana bırakarak, açıktan piyasaya tâbi olmayı savunan mimarlık teorisi ve pratiğinin, bir yandan toplumsal denetim mekanizmalarını mekânlaştırırken, diğer yandan kendini nasıl “ilerici” olarak sunduğunu gösteriyor. Zaha Hadid, Patrik Schumacher, Rem Koolhaas ve Greg Lynn Spencer gibi mimarlık alanında büyük şöhret ve nüfuz sahibi olmuş isimlerin yazılarını ve mimari uygulamalarını derinlemesine çözümleyerek, neoliberal düşünceyle ortaklıklarını açığa çıkarıyor. Ayrıca bu yeni mimarlık teorilerinin, Deleuze, Guattari ve Bruno Latour gibi düşünürlerden devşirdikleri kavramları nasıl çarpıtarak kullandıklarını açıklıyor. Eğitim, tüketim ve çalışma hayatına ait birçok mimari projeyi araştıran Spencer, Foucault’nun düşüncelerinden de yararlanarak, çağdaş mimarlığın, neoliberalizmin itaatkâr öznellik üretimi süreçlerindeki rolünü inceliyor.
Sultanın Aslanı – Kavalalı Çolak Mümin Pehlivan
“Osmanlı’ya dil uzatan Kara Sait isimli haddini bilmeze karşı güreşmeni isteriz.”
Sultan II. Abdülhamit Han
Çolaktı, sol kolu bileğinden iki defa kırılmıştı, kilosu da fazla yoktu. Ama onda akıl almaz bir kuvvet, güreş zekâsı, irade, çalışkanlık ve insanlık hasleti vardı.
Sırtı hiç yere gelmedi, Koca Yusuf’u yalnızca o yendi. Adalı Halil’i üç defa yendi, Kurtdereli’ye de meydanı dar getirdi.
O bütün güreşlerini ‘galibiyette mağlubiyete ulaşmak’, kendisini egosunun esaretinden kurtarmak, gerçek güzelliğe, ebedi saadete ve sevdiceği Aslıgül’e kavuşmak için yaptı.
Tımrışlı Ahmet Ağa Mümin Pehlivan’a döndü:
“Kızım, ‘Ben bir deli kızım. Rodoplarda deli kızlıkta üstüme yoktur. Mümin, madem ki pelvandır, o da pelvanlıkta tek olmalı. Osmanlı’nın başpelvanı olduktan, herkes Mümin Pelvan’ın bir numara olduğunu kabul ettikten sonra razı gelirim, düğünümüzün yapılmasına.’ der.
Eğer, bu şartını kabul edersen, bu akşam misafirimiz olursun. Ne dersin?”
Deli kızın ‘güreşte tek olması şartı’, Mümin’in hoşuna gitti. Deli kıza böyle bir şart yakışırdı.
Osmanlı’da Diplomasi, Siyaset ve Savaş
Bugün Türkiye’de, Osmanlı dönemine dair dini, kültürel ve siyasi birçok mesele, ideolojik ve siyasi tutuma bağlı olarak ve bir kimlik sorunu etrafında, şiddetli bir tartışmaya konu olmaktadır. Özellikle Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinin milliyetçilik ve modernleşme akslarına bağlı olarak incelenmesi, büyük bir düşünsel ve kültürel kutuplaşmaya yol açmıştır. Benzer bir süreç, Osmanlı topraklarından kopmuş ülkelerde de sürmektedir. Tarih, bireylerin ve grupların doğal olarak sahip oldukları tarihsel bellekten ibaret değildir ve tarihin bu kutuplaştırıcı yaklaşımlardan arınması bilimsel araştırmalarla mümkündür.
19. yüzyıl Osmanlı tarihinin en önemli meselelerinden biri hiç şüphesiz Balkan coğrafyasındaki isyanlar ve parçalanmadır. Osmanlı hükümetleri isyan ve ayrılıkçı siyasi, askeri ve toplumsal hareketlenmelere karşı, uluslararası konjonktürü de dikkate alarak çeşitli mücadele yöntemleri geliştirmiştir. Buna rağmen Sırp, Yunan ve Bulgar milliyetçilerinin uluslararası destekle bölgesel olarak başlattıkları isyanlar, kısa sürede geniş bir örgütlenmeye dönüşmüş ve Balkanlarda Osmanlılardan bağımsız birçok devlet ortaya çıkmıştır.
Mehmet Yaşar Ertaş’ın ve Hâcer Kılıçaslan’ın hazırladıkları, alanının yetkin isimlerini bir araya getiren elinizdeki çalışmanın ilk bölümü, 16. yüzyıldan 20. yüzyıla dek Osmanlı Devleti’nin siyasi, diplomatik ve idari tecrübesini ortaya koyuyor. İkinci bölümde Balkanlardaki isyan ve kopuşu ele alan araştırmalar yer alıyor. Son bölümde ise iki önemli Arnavut Milliyetçisi Derviş Hima ve İbrahim Temo’nun hayatlarıyla düşünce dünyaları inceleniyor. Kitaba bir bütün olarak bakıldığında; uzun ve çalkantılı 19. yüzyılın, Osmanlı Devleti ve tebaası için nasıl büyük ve sancılı bir dönüşüme yol açtığı görülüyor.
Cinselliğin Tarihi
Hiç tereddütsüz 20. Yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak görülebilir. Michel Foucault. Onun önemi, her şeyden önce, çağdaş Batı felsefesinde tarihdışı niteliğe sahip olduğu kabul edilen “özne” kavramını tarihselleştirme çabasından kaynaklanır. Düşünür, başta elinizdeki kitap olmak üzere birçok çalışmasında özenin bir felsefi kategori olarak kuruluşuna dair kışkırtıcı sorular ortaya atar: “Özne” dediğimiz şey tarihsel süreç içinde nasıl kurulmuştur? Bu kurtuluş sürecisin hangi söylemsel çerçeveler, hangi bilgi/iktidar mekanizmaları, hangi hakikat oyunları kuşatır? Bireyselleştikçe, yani kendimizi eylemlerimizin birer “özne”si olarak gördükçe özgürleştiğimiz düşüncesini hangi devasa tertibatlar ayakta tutar?
Cinselliğin Tarihi, kariyeri boyunca akıl hastalığının, tıbbın ve hapishanenin tarihi üzerine kafa yoran Foucault’nun son çalışması olur.
insanlık tarihi – 1
İnsan denen varlık, hayvanların en güçlüsü değil de en fazla çalışkan olanıdır; eli ona bir alettir ve ilk çakmak taşını ele geçirir geçirmez, insanlar, çevreye korku salan yaratıklar olup çıkmışlardır. Dal, yaprak ve çalılardan yaptıkları barınaklarında işe yarar gözüken taşları biriktirmişler ve taşları biriktirdikleri yerleri, ocakları ve balık buldukları ya da avlandıkları köşeleri mülkiyetlerine almak için kavgaya girişmişlerdir. İnsanlar, kaynaklarını sahiplenmek için aralarında savaşmaktadırlar. Silah yapımı için istenilen büyüklükte yeterince taş bulamadıklarında, taşları kırarak, yontarak küçültürler. İnsanlık, doğayı düzeltmeye, ona bir başka biçim vermeye başlamıştır bile. Bugün, İnsanlığın yeni bir teknolojik döneme, doğa güçlerini insanoğlunun emrine veren daha büyük ve insanoğlunun çabasını olağanüstü bir biçimde hafifleten daha görkemli bir aşamaya gelinmiş, insan soyunun ve toplumların tuttukları yol daha da aydınlanmıştır.