Terapistin Terapisi – Sıradışı Metaforlarla Terapi Öyküleri
Şimdilerde modern psikoloji ve psikiyatri, insanın iç dünyasında yaşanan travmaları anlamak ve çözmek için sayısız çalışmalar yapıyor, öneriler getiriyor.
Yalnızlaşma ve yabancılaşma, bu çağın iki önemli problemi. Kendine yabancılaşma, aileye yabancılaşma, topluma yabancılaşma… Kalabalıklar içinde yapayalnız ve çaresiz kalakalma.
Dr. Kenan Taştan, modern tıbbın bakış açısı ile kendi kültür birikimini bir araya getirerek, yaşanmakta olan sıkıntılar konusunda yeni şeyler söylemek isterdi.
Bu kitap Batının analitik düşüncesi ile Doğunun manevi dünyasını bir potada eriterek, okurlarla sohbet edercesine kaleme alındı. Herkes için faydalı olabilecek ilginç bir çalışma…
Matematikçi Gazete Okuyor
‘John Allen Paulos’a bitişik yaşamak mükemmel bir şey olurdu. Her sabah gazeteyi okuyup tam doğru gibi görünmeyen -hakkında havada asılı belli belirsiz bir mantıksızlık kokusu bulunan- bir öyküye rastladığı zaman pencereden dışarı sarkıp ‘Jack! Zılgıtı buradan yedin!’ diye bağırabilirdi… Haber tüketicilere olduğu kadar onları sağlayanlara da yardımcı olabilecek, eğlendirici, atak, akıllı, bir küçük kitap.’ (Washington Post Book World)
Değişen Mekan / Mekansal Süreçlere İlişkin Tartışma ve Araştırmalara Toplu Bakış: 1923-2003
Türkiye’de mekanın değişen karakteri yerel politikalardan kalkınma planlarına, sanayileşme hamlelerinden sosyal ve kültürel dokuyu yeniden biçimlemek için girişilmiş çalışmalara dek çok çeşitli etmenlerce belirlendi. Kentin bir taraftan artan nüfus bir taraftan da değişen insan gereksinimleriyle biçimlenen yapısı, mekanın kullanımı ve paylaşımıyla ilgili dinamikleri de köklü bir değişime uğrattı. Bu alanda var olan temel önemdeki tartışmaları bir araya getiren bu kitap, konuyu sadece kentsel planlama ya da mimari farklılaşma veya koruma çalışmaları bağlamında ele almayıp, yerel yönetimlerin yapılanması, iktisadi ve teknik altyapının kurulması ve örgütlenmesi, kırdan kente göç, sınıflar arasındaki ilişkiler, kimi bölgelerdeki seçkinleştirme girişimleri çerçevesinde değerlendiren toplu bir perspektif sunuyor.
Akhilleus’un Şarkısı
Küçük yaşımda sürdüler yuvamdan, itiraz edemedim; çelimsiz, beceriksiz, silik bir evlattım. Söyleyecek söz bulamadım, alt tarafı bir ölümlüydüm. Yalnız kalmanın, yenik düşmenin nasıl bir şey olduğunu bilirdim sadece. Sen böyle yenikken başkasının iyi talihinin nasıl diken gibi battığını da. Lakin kader örgüm henüz sonlanmamıştı. Sürgünüm Aristos Achaion’un yanına, güzelliğinin güneşi dibinde diz çökmeye çıkmıştı. Mağlup olmuştum lakin böyle bir güzellik karşısında mağlup olmaktan kim utanır ki? Hikâyelerimizde o en iyimiz, en kahraman, en kuvvetlimiz olarak geçer. Hikâyelerimize göre bunun sebebi damarlarında akan ilahi kandır. Hikâyelerimiz yaşlılar tarafından ateş başlarında anlatılır, kahramanlardan bahseder ama kahramanlar yaşlanmaz hiç.
Hitler Kitabı
Hitler’in iki özel yaverinin sorgulanmasıyla Stalin için hazırlanan gizli dosya
Sadece Josef V. Stalin için hazırlanmış 462a no’lu gizli dosya!
İkinci Dünya Savaşı’ndan neredeyse altmış yıl sonra günışığına çıkarılan, Sovyet arşivlerinin en önemli belgelerinden biri: Hitler Kitabı.
Stalin’in talimatıyla hazırlanan bu dosya, Hitler’in hemen yanıbaşında SS subayı olarak uzun süre görev yapan Otto Günsche ve Heinz Linge’nin anıları…
Sovyetler’e esir düştükten sonra NKVD tarafından yıllarca sorgulanan Günsche ve Linge, Hitler’in politikaları ve savaş yönetimi hakkında bilinmeyen birçok detayın yanısıra, diktatörün yakın çevresini tüm sahiciliğiyle anlatıyorlar.
Hitler Kitabı, Üçüncü Reich hakkında en etkileyici tarihi kaynaklardan biri.
Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar – Jak Deleon
Kapısında siyah kasketli, gümüş hançerli Kazak’ların beklediği ve sahnesinde beyaz kürklere sarınmış kadınların “evvel zaman raksı” icra ettiği “Odessa Serkli” adı verilen gece kulübünde rastlar Beyaz Rus Luba’ya Fransız genci Pierre. “Şiir ve hayal” kadar güzeldir Luba. Ve bir beyoğlu gecesinde Pierre’e şunları söyler: “Şiir ve hayal burada yok!” Sandalların Bebek koyuna akıntıyla yaklaştığı, tekerleklerin taş parke kaldırım üstünde ötüşünden Galata’ya yaklaşıldığının anlaşıldığı, Pera Palas’ın önündeki “oto”ların sayısının sabaha kadar sürecek baloları ifade ettiği, gözleri votkayla parlayan Beyaz Rus kadınların Beyoğlu’nun daha önce hiç tanık olmadığı bir yaşam tarzını simgelediği zamanlardır onlar…
Elemim Bir Yüreğin Karı Değil
Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönemine şahitlik etmiş biri olarak Mehmet Âkif, Türk düşünce tarihinin en mühim simalarındandır. II. Abdülhamid devri, II. Meşrutiyet’in ilanı, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı, Millî Mücadele, nihayet Cumhuriyet’in ilanı ve onu takip eden inkılâplar… Bir devrin kapanıp yenisinin açılması arifesinde bin bir ıstırapla geçen seneler… Ve tüm bunlarla yoğrulan fikir ve sanat dünyası.
Âkif’in hayatı bir dönemin hikâyesidir; gidenlerin ardından, kalanları muhafazaya hasredilmiş bir hayatın. Yazdığı da, söylediği de budur:
“Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!”
Elemim Bir Yüreğin Kârı Değil, yolu Âkif’le kesişmiş insanların tanıklıklarına, hatıralarına müracaat ederek, bir kısmı henüz yeni gün yüzüne çıkmış fotoğraflar, pullar, gazete kupürleri, mektuplar ve belgeler eşliğinde onun hayatını anlatmaktadır. Türkiye’de Âkif’in hayatını, eserlerini ve çevresiyle birlikte yaşadığı devri, ilmî çalışmalarının merkezine koyan akademisyenler arasında akla gelen ilk isimlerden biri olan Prof. Dr. İsmail Kara’nın, öğrencisi Fulya İbanoğlu’yla birlikte hazırladığı Elemim Bir Yüreğin Kârı Değil adlı albüm/kitap, literatürdeki eksiklikleri giderecek en önemli çalışmalardan biridir.
Don Kişot
Don Kişot’u bilirsiniz, hani şu ince-uzun, sakallı, şövalye romanları okuya okuya sonunda şövalye olmaya özenen roman karakteri. Dulcinea del Toboso’ya âşıktır, kendi gibi zayıf, çelimsiz Rocinante adlı bir atı vardır.
Seyisi-yardımcısı-dostu Sanço Panza ile atışır sık sık. İşte yeldeğirmenlerine savaş açan bu âşık, yaşlı şövalye, Miguel de Cervantes aavedra’nın yazdığı bu romanın başkahramanıdır.
Serap (Necip Mahfuz)
Freudian izler taşıyan SERAP Necip Mahfuz’un otobiyografik bir anlatımla kaleme aldığı psikolojik romanlarından biridir.
Yaşamı boyunca annesinin dizinin dibinden ayrılmayan Kâmil Ru’ba emekli albay olan dedesinin himayesi altında, annesiyle gülüp annesiyle ağlayarak büyümüştür. Annesine hem büyük bir sevgi besler hem de zaman zaman kapıldığı öfke nöbetlerinde onu hırpalamaktan kendini alamaz. Yetiştirilme koşulları dolayısıyla özgüven ve özsaygıdan yoksun, birileriyle konuşmaktan bile aciz olan bu genç adam doğru dürüst okumayı da beceremeyince hayat karşısında iyice donanımsız kalacaktır. Karşısına çıkan sorunlarla mücadele edebilecek durumda olmayınca hep ertelemekten başka bir şey yapamaz. Ancak nereye kadar…
Gerçek dünyaya girmeye cesaret edemeyen ürkek, korkak Kâmil ancak hayalleriyle var olabilir. Yetişkinliğinde ise içkiye sığınarak bazı gerçeklerle yüzleşme gücünü bulmaya çalışacaktır. Çektiği eziyetler, yaşadığı pişmanlıklar, duyduğu endişe, korku ve kaygılar trajik dönüm noktalarında hayatını daha da büyük bir işkenceye dönüştürürken aşk ve evlilik bir kurtuluş gibi görünür. Genç ve güzel öğretmen Rabab hayatına bir melek gibi girecektir ama Kâmil’in acı çekmeye, can çekişmeye alışkın ruhunun mutluluk şarabını yudumlaması kolay değildir…
Pera (İlhan Berk)
Nerede bir sokak görse bakmadan edemeyen İlhan Berk, bir taşbaskısı, bir çıkma, bir labirent, bir harita olan Pera’yı okuyor; Bizans’ın uykusuz tarihinde bir “Karşıyaka” olan Pera”yı: Caddeleri, Park Otel’i, gizemli pasajlarıyla, bir gayya kuyusu olan Tarlabaşı’sıyla, Asmalımescit’i, Tepebaşı’sı ve insanlarıyla; sokakları ve evleriyle Pera’yı okuyor. Ve Galata’dan sonra bir ‘anıt’ kitabı daha okuyucusuna emanet ediyor. İlhan Berk, ilk kez 1990’da yayımlanan Pera kitabını da, tıpkı Galata’da yaptığı gibi, bu üçüncü baskısı için tekrar gözden geçirdi.