Dorian Gray’in Portresi
Dorian Gray’in Portresi, Wilde’ın zamanında büyük tartışmalar yaratan, pek az övgüye karşılık son derece sert eleştirilere maruz kalan, hatta yargılanırken aleyhinde delil olarak gösterilen tek romanıdır. Yazarın “sanat, sanat içindir” manifestosu olarak okunabilecek önsözünde de belirttiği gibi, kötülük ve erdemin sanatsal bir malzeme olarak kullanıldığı edebi eserlerin şahikasıdır. Ebedi gençlik ve güzellik dileği kabul olan ve insanı insan yapan değerlerden giderek uzaklaşıp yozlaşan Dorian Gray, Wilde’ın dünya edebiyatında eşine nadir rastlanan anlatımıyla ölümsüzlüğe kavuşur.
Poirot Seçkisi – Agatha Christie
Polisiye Edebiyatın Kraliçesi Agatha Christie’nin ilk romanı Ölüm Sessiz Geldi yayımlanalı 100 yıl oldu. Oluşturduğu gizemli atmosfer, zengin karakterler ve her birimizi son sayfasına kadar peşinden sürükleyen kurgusu ile hepimiz Agatha Christie’nin sadık birer takipçisi olduk. Altın Kitaplar Yayınevi, Kraliçe’nin o ölümsüz adına yaraşır bir projeyle bu 100 yıla bir katkıda bulunarak Dedektif Hercule Poirot’nun kahramanı olduğu romanlardan bir kutu set oluşturdu. Kraliçe’nin hayranı olan herkes gibi seveceğinizi umuyoruz.
Keyifle ve heyecanla…
Agatha Christie (1890-1976), tüm dünyada Polisiye Edebiyatın Kraliçesi olarak anılır. Kısa hikâyeleri ve sahne oyunlarının yanında yüzden fazla roman yazmıştır. Yüz farklı dile çevrilen eserleri tüm dünyada yüz milyonlarca, İngiltere’de ise bir milyar kopyanın üzerinde satmıştır. Bu nedenle Christie, edebiyat tarihinde en çok satan romancı sıfatını almıştır.
Stephen King – O
Küçük bir Amerikan kasabası olan Derry’yi diğer kasabalardan farklı kılan şey, kanalizasyon mazgallarının altındaki dehlizlerde yaşayan, kendini kimi zaman kâbuslarda, kimi zaman da gerçek hayatta gösteren bir yaratığın, insanları kendi karanlık dünyasına çeken esrarengiz bir gücün varlığıdır. Bu korkunç yaratıkla uzun yıllar önce savaşıp ardından kasabayı terk eden ve kendilerine yeni bir hayat kurmuş olan yedi çocuk, artık birer yetişkin olmuş ve yaşadıkları dehşet dolu günleri unutmuşlardır. Ancak, anılarının derinliklerine gömülen yaratık yıllar sonra yeniden harekete geçince, onunla bir kez daha hesaplaşmak zorunda kalırlar. Geçmişte kalan kâbuslar, şimdiki zamanda korkunç bir gerçeğe dönüşmüştür artık.
Stephen King’in yazımını dört yılda tamamladığı ölümsüz başyapıtının sansürsüz ve eksiksiz metnini okurken tam da Daily Express’in tarif ettiği gibi, kendinizi O’nun karanlık dünyasında hissedeceksiniz.
Milli Mücadelede İttihatçılık
Erik Jan Zürcher’in Millî Mücadelede İttihatçılık adlı kitabı, millî mücadelede İttihatçıların rolünün resmî tarihte yansıtıldığından çok daha önemli olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmasına İzmir suikasti davalarını çıkış noktası olarak alan Zürcher, 1926’da, yani İttihat ve Terakki Fırkası kendini feshettikten tam sekiz yıl sonra İttihatçıların neden hâlâ tehlikeli sayılarak siyasal bir temizlik hareketine girişildiğini sorguluyor. Çalışmanın temellendiği varsayım, İttihatçıların Kurtuluş Savaşı’nın dayandığı insan ve örgüt malzemesini oluşturduğu ve İttihat ve Terakki’nin 1918’de kapatılmasına rağmen İttihatçı kadroların faaliyetlerini ve mücadelelerini bundan sonra da çeşitli biçimlerde sürdükleri… Birinci Dünya Savaşı sona ererken İttihatçı liderlerin ülkeden ayrılmadan önce Anadolu’da direnişin başlatılması için çeşitli hazırlıklar yapılması direktifleri verdiğine dikkat çeken yazar, mütarekenin hemen ardından hızla oluşan müdafaa-ı hukuk örgütlenmelerindeki İttihatçı etkisini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Özellikle Kara Kemal ve Kara Vasıf’ın Karakol Cemiyeti’nin bugüne kadar göz ardı edilen çok önemli faaliyetlerde bulunduğunu gösteriyor. 1921’de Enver Paşa’nın yurda dönme girişimleri üzerinde de duran Zürcher, Mustafa Kemal’in yalnız yabancı devletlere ve padişah hükümetine karşı değil, aynı zamanda millî hareket içindeki ciddi rakipleriyle de mücadele ettiğini savunuyor. Kitapta Mustafa Kemal’in İttihatçılarla ilişkisi 1905-1926 dönemini kapsayacak şekilde anlatılıyor. İttihatçılar ile Kemalistler diye bir ayrım yapmanın doğru olmadığını ileri süren yazar, bu aralarındaki rekabetin bir iç mücadele niteliği taşıdığını ileri sürerek, kimin kimi kullandığını konusunda kafamızda en azından soru işaretleri doğmasını sağlıyor. İlk yayınlandığı 1987’den beri çeşitli tartışmalara kaynaklık eden bu eser, Türkiye üzerine tarihyazımındaki kalıplaşmış yargıları kırmaya çalışıyor.
Cahide Sonku / Peçete Kağıtlarındaki Anılar
Cahide’yi en son Balıkpazarı’nda gördüm. Sıkmabaş yapmıştı. Hanımefendi, bir emriniz var mı diye hatır soracak oldum. Mağrur bir edayla ‘Affedersiniz kiminle tanışıyorum,’ dedi. Ağlayarak ayrıldım yanından. Sonra cenazesine gittik.
İsmet Ay
Cahide’yi Doktorun hatası’nda seyrettiğim gün efsunlaşmış gibi çiktim tiyatrodan. On yedi yaşımdaydim ve kendisine erişme olanağı bulunmayan bir olympos tarıçasını görmüş olmanın, yüreğimi allak bullak eden karmakarışık duygularıyla dönmüştüm okula.
Çetin Altan
Mukaddime – İBN HALDUN
Mukaddime; ünlü İslâm devlet adamı, âlim, tarihçisi İbn Haldun’un 1377’de kapsamlı bir dünya tarihine “giriş” olarak yazdığı abidevî eseridir. Kitap, tarih ve sosyoloji felsefesinin genel meselelerine ansiklopedik ayrıntılarıyla girmekle birlikte, kendi içinde bir bütün oluşturması özelliğiyle şimdiye dek bilinen en iyi çalışmadır. Çağın öteki eserleri arasında, çözümleyici yeteneğinin genişliği ve tazeliği, insanlığın toplu bir görünüşünü ve toplumsal örgütlenmenin biçimlerini vermeye çalışması bakımından eşsizdir. İslâm’ın tarihî başarılarının özet bir çalışması olarak da Avrupa’da yazılmış benzeri çalışmaların çok ilerisinde bir eser sayılmaktadır.
Mukaddime’nin sözlük anlamı giriş demektir. İnsanın siyasî ve toplumsal örgütlenmesinde meydana gelen değişikliklerin bir modelini ortaya çıkarmak için bir tarihçinin giriştiği ilk çaba olarak kabul edilebilir. Yaklaşımında akılcı, yönteminde çözümleyici, ayrıntılarında ansiklopediktir. Geleneksel tarihçilikten tam bir kopmayı temsil eden Mukaddime, alışılagelmiş kavram ve kalıpları ortadan kaldırarak yalnızca olayları sıralamanın ötesinde tarihin bir açıklamasını, tarihin felsefesini bulmaya çalışır.
Bizans Dünyası – Bizans İmparatorluğu ve Komşuları 1204-1453
1204: Haçlılar Konstantinopolis’i ele geçirir; 1453: Şehir, Türklere teslim olur. Bizans Dünyası’nın bu üçüncü ve son cildi işte bu iki önemli tarih aralığını kapsıyor. Doğu Roma İmparatorluğu’nun çöküşü, ileri üssü Trabzon ve komşuları Sırplar ve Bulgarların yanı sıra, IV. Haçlı Seferi sonucunda topraklarına yerleşen Latinler ile birlikte yeniden biçimleniyor. Parçalanmış toprakların tarihi Türkler de dahil tüm bileşenleriyle anlatılıyor. Bu dönemde küçük bir devlete dönüşen XII. yüzyılın eski büyük gücünün, önce Anadolu’da sonra da Kuzey Yunanistan’da topraklarını kaybetmesine ve 1373’ten itibaren Osmanlı sultanına tabi hale gelmesine tanıklık ediyoruz. Konstantinopolis ve Peloponez’e indirgenmiş olan bu devletin varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği, çoğu bertaraf edilen Haçlı Seferlerinden çok, sultanın iradesine ve Cenova ile Venedik’in çıkar amaçlı desteklerine bağlı kalmıştır. İmparatorlar tarafından Lyon (1274) ve Floransa’da (1439) onaylanan Ortodoks ve Latin Kiliselerinin Birliği, Ortodoksların çoğunluğu tarafından reddedilmiş, hiçbir etkisi olmamıştır. Patriğin otoritesi kesin olarak imparatorunkini yenmiştir. Ancak devletin, Kara Veba ve toplumsal gerilimleri de beraberinde getiren XIV. yüzyıl ekonomik durgunluğuyla iyiden iyiye zayıflaması, bazılarının refahıyla çelişiyordu. Zira tuhaf bir şekilde Bizans, Batı’nın ekonomik, sanatsal ve kültürel gelişimine katılmıştı. Hatta bu gelişimi sağlamıştır: Teknikleri (ipek, cam) oraya nakledilmiş, entelektüelleri Grek mirasını yeniden keşfetmekle kalmamış, hümanistlere de aktarmış ve sanatçıları, Trecento İtalyan resmini etkilemiştir. Bununla birlikte, IV. Haçlı Seferi’nin travması bütünleşmeyi engellemiştir. Angeliki Laiou (1941-2008), Harvard Üniversitesi profesörü, tanınmış tarihçi, Bizans toplumu ve ekonomisi uzmanıdır. Ölümü nedeniyle başladığı bu cildi tamamlayamamış, derleme CNRS’te emekli araştırma direktörü, iktisat ve para tarihçisi, birçok eser sahibi Cécile Morrisson’a emanet edilmiştir. Ele alınan ülkeler konusunda yetkin dokuz faklı yazar (Bulgar, Fransız, Yunanlı ve Sırp) bu esere katkıda bulunmuştur.
Aldatma Sanatı
Antivirüs yazılımları, yazılım ve donanım temelli güvenlik sistemleri, kameralar, manyetik kartlar, güvenlik görevlileri vs…bunların hiçbiri, devletlerin, şirketlerin ve şahısların bilgi güvenliğini garanti edemiyor.
Bilgisayar korsanlığı (hacker’lık) suçundan hapse giren, dünyanın ilk dijital suçlusu Kevin Mitnick, bilgi güvenliği konusuna artık diğer cepheden bakıyor: Dünyanın en pahalı güvenlik sistemlerini birkaç basit telefon konuşmasıyla ve bilgisayar klavyesine bile el sürmeden nasıl alt edilebileceğini gösteren Mitnick, bilgi güvenliği sürecinin iyileştirilmesi için alınması gereken önlemleri sıralıyor. Bu, bir sihirbazın göz yanılması oyunları değil, tescilli bir toplum mühendisinin tecrübelere dayanan tavsiyeleri.
Sızma Sanatı
Rahat koltuğunuzda otururken, bilgisayar suçlarının engel tanımaz dünyasına gireceksiniz. Mitnick bize, her biri gerçek bir bilgisayar korsamyla gerçek bir saldın hakkında yapılmış on çarpıcı bölüm sunuyor. Bilgi güvenliğine ilgi duyan herkesin okuması gereken bir kitap.” – Tom Parker, Global InterSec LLC Bilgisayar Güvenlik Analisti ve kurucusu ¦ “Bu yasadışı eylemlere harcanan olağanüstü zekâyı düşününce hayrete düşmemek elde değil. Bir de bu dahiler becerilerini iyi işler için kullansalar, neler yapabilirlerdi hayal edin. İster eğlence, isterse eğitim için olsun, bu kitabı tavsiye ediyorum/’ – About.com Sızma Sanatı’na Övgüler “Nihayet birisi bilgi güvenliği ihlallerinin gerçek sebeplerine eğiliyor – aptal insanlar … Mitnick … ‘toplum mühendisliği’ işinin usta numaralarını ortaya koyuyor ve bunları nasıl savuşturabileceğimizi gösteriyor.” – Stepken Manes, Forbes “Bir yetenek gösterisi; eski usul yaltaklanmalar ve ileri teknoloji becerileri sayesinde herkesten her türlü bilginin nasıl sızdırıla-bileceğine dair öyküler dizisi. Eğlence bakımından, bir düzine polisiye hikâyenin dönüm noktalarını birbiri ardına okumak gibi.” – Publishers Weekly
Sarı Saltık – Popüler İslamın Balkanlar’daki Destani Öncüsü
“Sarı Saltık’ın bu yarı destani yarı gerçek kişiliği, Balkanlar’da daha sonra şöhret bulmuş hemen bütün benzerlerininkinden çok daha renkli ve ilginç, çok daha popülerdir.
Sarı Saltık’ın sosyal-dini kökeni ve şahsiyeti hakkında kaynaklardaki değişik ve bazen çelişkili rivayet ve menkabeler ilk bakışta araştırmacının karşısına, sisler arasında kesin hatları belli olmayan bulutsu bir siluet çıkarır. Ancak dikkatli bir göz, bu bulutsu siluetin, elindeki tahta kılıcıyla bir gazi-evliyâya ait olduğunu fark etmekte gecikmeyecek, her şeye rağmen sonuçta onun, kendi zamanında etiyle kemiğiyle canlı olarak yaşamış tarihsel bir figür olduğunu anlayacaktır. Bu yönüyle Sarı Saltık, 5. yüzyılda İrlanda’ya Hıristiyanlığı götüren Saint Patrick’le bazı ortak yönler, benzerlikler sergiler. O sanki Balkanlar’da İslamın yayılış sürecinin Saint Patrick’idir.”
–Ahmet Yaşar Ocak