Işık Batıdan da Gelir
“Doğuya doğru fazla giden, coğrafya yüzünden, Batıya düşer. Tersi de geçerlidir bunun.” Ece Ayhan
Ex Oriente Lux. Işık Doğudan Gelir… Hepimiz bu sözü biliyor ve bu toprakların insanları olarak bu sözün anlamını kavrıyoruz. Peki, ışık sadece Doğudan mı gelir? Batıdan gelen ve düşünce dünyamızı aydınlatan bir ışık yok mu? Ümit Meriç bu soruya “Evet” diye yanıt veriyor, “Işık Batıdan da gelir”.
Bugün dünyanın her yanında Batı-merkezli düşünce biçimleri sorgulanıyor. Fakat bu, farklı geleneklere kapalı olmak ve sadece kendi kültürümüz içinde kalmanın konforu içinde düşünmeyi haklı kılar mı? Bütün ideolojik ve siyasal sorunlarına rağmen, Batıdan öğrenebileceğimiz bir şey yok mu? Kendi köklerimizi ararken, ötekinin düşüncelerine kulaklarımızı tıkayacak mıyız?
Ümit Meriç bu kıymetli eserinde bizleri Batıdan gelen ışığı görmeye ve düşünmeye davet ediyor. Avrupa felsefesi ve sosyal bilimlerinin önde gelen temsilcilerinin anahtar metinleriyle bizi buluşturarak, kendi dünyamıza Batıdan gelen bir ışık altında nasıl bakabileceğimizi gösteriyor. Bu klasik ya da her daim çağdaş metinlerin tek bir kitapta, mükemmel bir çeviriyle bir araya gelmesi, düşünce dünyasıyla ilgilenen herkes için büyük bir şans. Comte’tan Braudel’e, Levi-Strauss’tan Denbigh’e uzanan eşsiz bir kaynak…
Osmanlı İmparatorluğu’nda Hoşgörü Söylemi (1545-1566)
“Hoşgörü nedir? Dinsel hoşgörünün gerekçesi gerçekten din midir? Osmanlı hoşgörülü müdür, hoşgörüsüz müdür? Kimleri, hangi kurumları, fikirleri hoşgörmüştür; hoşgörmemiştir? Ne kadar hoşgörmüştür/hoşgörmemiştir? Bahsi geçen hoşgörü/hoşgörüsüzlük bir arada yaşamak için verimli bir siyaset midir? Derdimiz sadece barış mı olmalıdır? Eleştirilebilecek ya da yüceltilecek yanları nelerdir? Osmanlı hoşgörüsü/hoşgörüsüzlüğü modern Türkiye’de farklılıklarla bir arada huzur içerisinde yaşamanın ilhamını verecek bir siyaset midir? Nasıl bir hoşgörüyü, ne şekilde tesis etmeliyiz?”
Türkiye’de hâkim siyasal söylemde “Osmanlı hoşgörüsü” muteber bir motif, sevilen bir mit. Devrim Burcu Eğilmez, zengin bir teorik ve birincil kaynak birikimine dayanarak bu miti incelemeye alıyor: Osmanlı devletinin hoşgörüsü ve hoşgörüsüzlüğü “neydi” ve “nasıl”dı? Hoşgörü kavramı, saf ve sabit bir tutum olarak değil, değişken ve akışkan bir siyaset olarak yorumlanıyor kitapta. Dinsel hoşgörü tartışması da dinler arası olmaktan öte mezhepler arası tarihsel bağlamına dikkat edilerek konuyor.
Osmanlı hoşgörü deneyiminin incelemesinde yazar, bir “altın çağ” kesitinden numune alıyor: Kanuni Sultan Süleyman ve Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin hüküm sahibi olduğu 1545-1566 dönemi. Bu dönemde çıkan yasa ve uygulamalara bakarak, Osmanlı’nın iktidar biçimi ve adalet anlayışına mercek tutuyor. Osmanlı’yı ve hoşgörü kavramını “yeryüzüne indiren”, zihin açıcı bir çalışma…
Şeyh Bedreddin ve Manakıbı
Özgün bâtıni din anlayışıyla ve etrafında gelişen toplumsal hareketle XV. yüzyılın ilk bölümünde Osmanlı’nın en önemli figürlerinden biri olan Şeyh Bedreddin’in yaşam öyküsüne dair tek birincil kaynak Manâkıbnâme’dir. Abdülbâki Gölpınarlı’nın bu birincil kaynağı aktarırken aynı zamanda Şeyh Bedreddin’in yaşam öyküsünde karanlıkta kalan noktaları da aydınlığa kavuşturduğu Sımanvna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve Manâkıbı, bu önemli âlimin şahsiyetinin nasıl şekillendiğini anlamak için anahtar niteliğindedir.
Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Mahmûd, kitaplarını Nil’e döken, “Vâridât”iyle çığır açan coşkun bir mutasavvıf, kendisiyle görüşen bilgin müverrih İbnî Arabşâh’ın özellikle fürû’ı fıkhiyyede “vüs’at-i ilmiyyesini deryâ gibi pâyansız” bulduğu, en önemli bir fıkıh kitâbı olan “Hidâye”ye cevap verilmez bin doksan suâli olduğunu kendisinden işittiği, kendisinin “Câmi’ül-Fusûleyn”, “Teshil”gibi büyük fıkıh eserlerinden yüzyıllarca bilginlerin yararlandığı engin bir hukuk üstâdı ve müctehidi, sosyal mücâdeleler târihinin sayılı olaylarından birinin törebeyiliğe (derebeyliğe) ve taassuba karşı savaşan ve ülküsü uğrunda Sokrates kadar muhteşem bir savunmadan sonra Serez çarşısında çıplak asılarak cân veren kahramanıdır.
Dante ve İslam
Dante ve büyük eseri için, yüzyıllar boyunca sayısız kitap ve makale yazılmış, ancak içlerinden biri, yarattığı şaşkınlık ve hatta öfke dalgasıyla, hepsini geride bırakmıştır: Miguel Asin Palacios’un La Escatologia Musulmana en la Divina Comedia‘sı ya da Türkçe çevirisinin başlığıyla: Dante ve İslam.
Yalnızca İtalyan edebiyatının değil, bütün bir Batı edebiyatının da başyapıtlarından biri olan İlahi Komedya ile, Mirac kıssası ve İbn Arabi’nin eserleri arasındaki çarpıcı benzerlik, Palaicos’a göre Dante’nin İslam kaynaklarından esinlendiği ve beslendiği anlamına geliyordu.
Bu cüretkâr tez, Batı dünyasında ve özellikle Dante araştırmacıları arasında büyük bir sarsıntıya yol açtı ve çürütülmesi için sayısız çalışma yapıldı; ancak tartışmalar asla son bulmadı. Karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının daha da olgunlaştığı günümüzdeyse, ibre Palacios’un tezinin doğruluğundan yana…
Avrupa Karikatürlerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı İmajı
Bu kitabın konusunu, Sultan II. Abdülhamid ve dönemi hakkında farklı devletlerde çeşitli dergilerde yayınlanan karikatürler ve bunların yorumları oluşturmaktadır.
Karikatürler tarih araştırmaları açısından bir hayli önem taşır. Yapıldığı dönemde bakılıp geçilen pekçok karikatür, kitaptada görüleceği gibi, yıllar sonra o devri aydınlatan birer vesika haline dönüşebilmektedir.
Osmanlı padişahları arasında II. Abdülhamid ve dönemi de , Avrupalı karikatürcüler tarafından çok fazla ilgi görümüştür. Avrupa basınında özellikle bu döneme ait yüzlerce karikatür bulmak mümkündür. Bu karikatürler aynı zamanda Avrupa nezdindeki Osmanlı imajı hakkında da önemli bilgiler vermektedir.
1876-1909 yılları arasını konu edinen Batılı karikatürler hakkında Türkiye’de herhangi bir çalışma henüz yapılmamıştır. Dolayısıyla, elinizdeki bu çalışma, söz konusu alanda yapılmış ilk ve tek eser özelliğine sahip olmakta; bu bağlamda önemli bir boşluğu doldurmaktadır.
Gezgin ile Gölgesi
Düşünür olmak. – Her günün en az üçte birini tutkular, insanlar ve kitaplar olmadan geçirmiyorsa, insan nasıl düşünür olabilir?
Friedrich Nietzsche
Elizabeth Dönemi Okült Felsefe
“Elizabeth dünyası yalnızca zorlu denizcilerin, açıkgözlü siyasetçilerin, ağırbaşlı din adamlarının beşiği değildi. Ruhların, iyinin ve kötünün, perilerin, cinlerin, cadıların, hayaletlerin ve büyücülerin dünyasıydı. Elizabeth dönemi hakkında, devrin şiirine yansıyan bu gerçek, detaylandırılmaya gereksinim duymayacak kadar iyi bilinmektedir. Çağın arzu ve özlemlerini barındıran epik şiir bir “periler” kraliçesi çevresinde gelişir; şiirdeki en önemli figürlerden biri bir büyücüdür. Dönemin en büyük şairlerinin tiyatroda sahnelenen en büyük oyunları da okült atmosferine bürünmüştür. Macbeth cadılarla karşılaşır; Hamlet’e hayalet musallat olur. Bu okült uğraşı salt popüler geleneklerden ya da etkilerden mi türemişti? Yoksa çağın felsefesiyle kökleşmiş bir bağlantısı mı vardı?”
Osmanlıda Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılı reformlar dönemidir.
Bu reformların temel amacı, çokça belirtildiği gibi ordunun modernleştirilmesi olabilir ama 19. yüzyılın devlet adamı malî, adlî ve idarî alanda da bir bütün olarak modernleşmenin gereğini anlamıştı. 19. yüzyılın reformcuları Osmanlı tebaasının can ve mal güvenliği içinde, kanun ve nizam egemenliği altında yaşamasını istiyorlardı. Bir toplumda değişme başladığında bu değişim, öngörülen alanlar kadar, öngörülmeyen alanlara da sıçrar.
Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam / Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla
Son yirmi beş yıldır kültür tarihinden ne anlaşılması gerektiği hakkındaki düşünceler değişti. Artık bu kavaramla sadece sanat, bilim ve edebiyat kastedilmiyor, gündelik kültür de işin içine katıldı. Gündelik kültür geniş bir kavram: Komşu ziyaretlerinde dikkat edilmesi gereken nezaket kurallarından yemeğin nasıl hazırlandığına kadar pek çok öğeyi içeriyor. Osmanlı tarihçileri de yeni çalışmalarında “sıradan” insanın kültürünü ele alıyorlar. Suraiya Faroqhi, Osmanlıların gündelik yaşamlarını, zaman, mekân ve güzellik kavramlarını, yemek ve sohbet kültürlerini, iletişim ağlarını irdeliyor, o çağların Osmanlı toplumuna alışılmışın dışında bir yöntemle bakıyor.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul’da Ramazan
Bir ibadetin de ötesinde oruç “imanın, İslam topraklarında gözlemleyebileceğimiz en önemli kolektif tezahürüdür.” Ünlü Osmanlı tarihçisi François Georgeon bu kitabında 19. ve 20. yüzyıl İstanbul’undaki siyasal reformlar ve kentsel dönüşümler çerçevesinde Ramazan yaşantısındaki değişimi ele alıyor.
İstanbul sanılanın aksine 1900’lere kadar Müslümanların çoğunluğu oluşturmadığı çok dinli bir topluma ev sahipliği yaptı. Ramazan pratiklerinde o dönemden bu yana nasıl bir değişim gerçekleşti? Georgeon sosyalleşme biçimleri, toplumsal eğlence ve alışkanlıklar, gösteriler, gece hayatı, siyasal merasimler, gayrimüslimlerin ve kadınların ay boyunca kamusal alandaki konumları gibi çok çeşitli konular çerçevesinde Ramazanın İstanbul’daki evrimini anlatıyor.
Jean-François Pérouse ise yazdığı kapanış yazısıyla Georgeon’un Cumhuriyet’in başlangıcına kadar getirdiği bu tarihi günümüz İstanbul’u ile bağlantılandırıyor.