Gnostisizm Tarihi
Acaba Gnosisin yeniden keşfine mi tanıklık ediyoruz? Modern kültürde toplu ya da tek olarak bulunabilen çeşitli işaretlerden yola çıkarak varılan yargıyla soruya verilecek cevap evet gibi görünüyor. Bununla birlikte, uzman kullanımı, farklı yorumlamalar ve kaçınılmaz ideolojik manipülasyonların tersine, hipotezleri, etkileri, yankıları ve sezgileri bir araya getirip bunların doğruluklarını kompleks bir saklama ve bastırma yoluyla biçimi bozulmuş, ancak tamamıyla silinip gitmemiş söz konusu tarihi obje ile karşılaştırmaya genel bir ihtiyaç vardır.
1945 yılında Kıptice orjinal Gnostik yazmaları ihtiva eden bir kütüphanenin bulunması çok uzun bir süre için sadece akademik dünyaya rezerve edilmiş bir dini dünya hakkında yeni bir ilgiyi tetikledi.
Atilla’dan Timur’a Avrupa ve Asya
Avrupa tarihi, Asya’nın, sonsuz stepleri, yüksek dağları ve oralarda yaşayan göçebe kavimleriyle oluşturduğu muazzam kütlenin, dev bir yüreğin atışları gibi peş peşe gönderdiği insan dalgalarının egemenliği altındadır: V. yüzyılda Hun istilaları, IX. yüzyılda Macar istilaları, XIII. yüzyılda Moğollar ve XIV. yüzyılda Osmanlı Türkleri. Coğrafyacı için olduğu kadar tarihçi için de Avrupa, Asya’nın bir uzantısıdır. Avrupa’nın sonradan kazandığı güç, geçmişteki güçsüzlüğünü unutturacaktır: Yerleşik toplum, sonunda göçebe insanı yenmiştir. Ne var ki XV. yüzyılın başında bile göçebe kavimlerin askeri üstünlüğü, bir tarih dehası olan İbni Haldun için inkâr edilmez bir gerçek olmaya devam ediyordu. Ancak sonra her şey değişecektir. İbni Haldun’un da hissedeceği gibi “dünya yeniden yaratılmaktadır”. Timurlenk’in ihtirası, Doğu rüzgârının Batı karşısındaki üstünlüğünü yok edecektir. Emmanuel Berl bu kitabında hem Avrupa’nın hem de Asya’nın geleceğini belirleyen bin yılın hikâyesini bir tarihçi titizliği, ama masalcı tadıyla anlatıyor. Atilla’dan Timur’a Avrupa ve Asya okurlara, bugünkü Avrupa ve Asya’yı, Rusya’yı, Doğu-Batı ilişkilerini ve özellikle de Türkiye’nin dış dünyayla yaşadığı sorunları anlamak için benzersiz bir fırsat sunuyor. Elinizdeki belki de tarih kitaplarının en güzeli.
Nazım Hikmet ve Biz
Balaban bu kitabında, Nazım Hikmet’in hayatının bir dönemine ışık tutacak bazı gerçekleri, içten ve sıcak bir anlatımla sunuyor. Yazarın ustası olarak gördüğü ve büyük bir hayranlık duyduğu Nâzım Hikmet, Balaban’ı sadece resim yapma konusunda yönlendirmekle kalmamış, ileride bütün hayatını değiştirecek şekilde etkilemiştir. Büyük usta Nâzım, içinde taşıdığı yaşam sevgisini ve dünya görüşünü, çevresinde bulunan hemen herkese tatlı bir öğreti üslubuyla sunmuş ve derin bir hayranlık yaratmıştı. (Doğal olarak bu hayranlıktan en büyük payı Balaban almıştır.) Nâzım, Balaban’ın resim yeteneğini keşfetmekle kalmayacak, onunla adeta bir psikolog gibi ilgilenerek ressama insan olarak özgüvenini de kazandırıcaktı. Elinizde bulunan bu kitap, Nâzım’ın ve Balaban’ın hem beraber hem de ayrı ayrı anılarını ve bir dönemin ağır koşullarını yansıtırken, içleri yaşama sevinci dolu bu iki insanın onurlu dostluklarını gözler önüne seriyor
Nazım Hikmet’in Son Yılları
Nâzım Hikmet’i en iyi tanıyan kişilerden biri olan ve onunla birlikte yurtdışında uzun süre geçiren Zekeriya Sertel, dünya çapındaki bu sanatçının şairliğini, insan yanını ve sanatını anlamak için, onun hayatına ait gizli hiçbir şey kalmaması gerektiğine inanarak, bu kitabı kaleme aldı.
Sertel bu kitabında, Nâzım Hikmet’in 1950’den sonra Sovyetler Birliği’ndeki hayatı, çalışmaları, yaşadığı sıkıntılar ve ilişkileri hakkında bütün bildiklerini, eksiksiz ve katkısız olarak anlatıyor. Nâzım Hikmet’i kendi halkına ve dünyaya tanıtma ödevini, elinden geldiğince tarafsız kalarak yerine getirmeye çalışıyor.
Sona Eren İlişkinin Ardından Yeniden Toparlanmak
Boşanma sırasında yaşamınızı yeniden toparlamaya çalışıyorsanız, bu kitaba ihtiyacınız olacak! Satış rekorları kıran bir kitabın yenilenmiş, genişletilmiş ve güncelleştirilmiş baskısı!
“…bekarsanız ve özellikle de geride bir aşk ilişkisi bırakmışsanız, bu kitabı mutlaka okumalısınız.”
– Aktif Bekar Yaşamı
“…boşanmakta olan biri için bugüne dek yazılmış en güzel kitaplardan biri… Sıcak,saran.”
– Davranış Terapisi
“…sıcak, yalın ve net… elinizden bırakmak istemeyeceğiniz bir kitap.”
– A. R. E. Press
“Boşanmakta olan ve boşananlar için otantik ve yaşamlarını yeniden toparlamakta yararlanabilecekleri bir el kitabı.”
– Esther Oshiver Fisher, JD.,Ed. D. , Boşanma Dergisi Editörü
“…boşanmakta olan ve boşananların günlük duygu ve sorunlarını irdeliyor… ciddiyet ile iyimserlik arasında doğru bir denge kurmayı başarmış.”
– Florence Kaslow, Ph. D., Evlilik ve Aile Terapisi Dergisi, eski editörü
Bitmeyen Kavga
Eserlerinde işçi sınıfının gündelik ilişkilerini, yaşam koşulları ve mücadelelerini, çağımızın toplumsal meselelerini tüm insani ayrıntılarıyla resmederek haklı ününe kavuşmuş olan John Steinbeck, büyük romanı Bitmeyen Kavga’da destansı bir direnişi konu alıyor.
Son derece zor koşullarda yaşayan ve aldıkları ücretle karınlarını bile doyuramayan meyve toplayıcıları örgütlenerek ellerindeki yegâne silah olan greve başvururlar. Kapitalist toprak sahipleri ise mücadelenin yayılmasını engellemekte kararlıdır. Çok güçlü ve kendilerinden emindirler, işçilerin örgütlenmesini yeri gelirse kanla, yeri gelirse grev liderlerini satın alarak yıkmaya hazırdırlar, fakat hesaba katmadıkları bir unsur vardır.
İnsanlığın bitmeyen kavgasını tüm gerçekliğiyle resmederek bir destana dönüştüren Steinbeck, kapitalist düzenin dayanaklarını derinden sarsan, kuşaklar boyunca başkaldıranlara esin kaynağı olan bir roman yaratırken mücadelenin açmazlarını da sergilemekten geri durmuyor.
NÂZIM’LA 7 YIL | Nâzım Hikmet’le Yedi Yıl
Beyaz gecelerin, akşamdan kalma aydınlığında uçmuştuk Moskova’dan Urallar’a..
Serin bir Temmuz sabahıydı.
Rus uçağı bizi Çaykovski’nin doğum yeri olarak nam salmış İjevsk’e götürüyordu.
Oradan bir taksi kiralayıp Votkinsk’e geçtik.
Yanımda, Nazım Hikmet Vakfın’nın genel sekreteri Kıymet Coşkun vardı.
Votkinsk’te çok katlı sosyal konukları andıran bir apartmanın giriş katında kapıyı çaldık.
Kapıyı, mavi gözlerine kadar inen beresiyle 82 yaşında, güler yüzlü, sevimli bir ihtiyar açtı.
Oydu:
Galine Gregoryevna Kolesnikova..
Kısaca Galya..
Nazım Hikmet’in Kanaryacık’ı..Güllü hanım’ı..Galuşka’sı..
Samimiyetle içeri buyur etti bizi…
Küçük, basık, bakımsız bir evdi.
Ama evin asıl önemini salona girince fark ettik.
Burası, içinde insanların yaşadığı bir Nazım Hikmet Müzesi’ydi.
Gazap Kuşları
Gazap Kuşu yaşam boyunca yalnızca bir defa, yeryüzündeki bütün yaratıklardan daha tatlı bir sesle şakır. O gün yuvasından ayrılıp, bir Alıç ağacının acımasız dikenlerinden en sivrisini göğsüne gömer. Diken yüreğini parçalarken daha da içli bir sesle dile getirir acılarını. Dünya susar, kulak kesilir. Çünkü en güzel şeylerin, böylesine büyük acılar pahasına elde edildiğini herkes bilir!..
Ya da böyle der efsane
(Arka Kapak)
Mandarinler | Simone De Beauvoir
Kahramanları arasında Arthur Koestler’i, Jean-Paul Sartre’ı, Albert Camus’yü ve yazarın kendisini görür gibi olduğumuz Mandarinler, bir dönem Avrupa aydınlarının verdiği önderlik mücadelesine ışık tutan yönüyle eşsiz bir belgesel; duyguları, hayal kırıklıklarını ele alışıyla benzersiz bir aşk yapıtıdır. Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülüne layık görülen Mandarinler’in tartışmaya açtığı sorular güncelliklerini hâlâ korumakta, özellikle günümüzün değişen koşullarında yanıtlarını aramaya devam etmektedir.
Savaş zamanı Paris’inde bir grup arkadaş Alman işgalinin sonunu kutlamak ve geleceklerini planlamak için toplanırlar. Epik bir romans ve felsefi bir manifesto olan Mandarinler, Goncourt Ödülünü kazanmıştır. Sartre, Camus gibi dönemin entelektüel devlerinin portresini neredeyse kötücül bir hassasiyetle çizen Mandarinler unutamayacağınız bir aşk romanıdır.
“Karakterler, özellikle de kadınlar, hiçbir şeyden çekinmiyorlar, hatta bazen de avcı konumundalar. Diyaloglar esprili, içten ve gerçekçi. Karakterlerin aşk maceraları mikroskopik doğrulukla kaydedilmiş.’
Hurufilik
Fazlullah tarafından XIV. yüzyıl İran’ında kurulmuş, izleri XVII. yüzyıla kadar Anadolu ve Balkanlar’da takip edilebilen mistik ve felsefi bir akım olan Hurufiliğin tüm felsefesi harfler üzerine kurulmuştur. Bu açıdan bakıldığında Hurufilik İslam dünyasında, hatta dünya kültür tarihinde ayrıcalıklı ve eşsiz bir konumdadır.
Harfler Allah’ın ezeli ve ebedi kelamı olarak Ondan ayrılamaz. Hurufiler harflerin varlığını varlıkta müşahede ederek aslında varlıkta Allah’ın varlığını müşahede etmişlerdir. Dolayısıyla harfler araştırılması gereken ilahi bir zuhur olarak karşımıza çıkmaktadır. Harflerin bizzat kendilerindeki zuhurunu müşahedeleriyle de, Hurufiler aslında Allah’ı kendilerinde müşahede etmektedir.
Fazlullah Mehdi mi, Mesih mi?
Hurufiler öte dünyaya inanırlar mı?
Fazlullah Hz. Muhammed ve Hz. İsa‘ya göre nasıl konumlandırılır?
Hurufilik bir din midir, İslamın bir kolu mudur?
Hurufiler Hıristiyanlıktan mı etkilenmişlerdir?
Fatih Usluer’in bu çalışması bu tür soruları yanıtlayarak Hurufiliği saran giz perdesini kaldırıyor.