Zabel Yesayan Silahtarın Bahçeleri’ni yazarken yalnızca kendi yaşamının ilk yıllarındaki İstanbul’un çok çeşitli cephelerini ve çocukluk deneyimlerine ait bazı özel anların sarsıcı duyusal bilincini yakalamayı değil, aynı zamanda geri gelmemek üzere kaybolan bir dünyayı yeniden canlandırmayı da hedeflemiştir. Diğer yazdıklarının hiçbiri bu derece şiirsel ve melankolik bir hasretin o loş pırıltısı ile kaplı değildir. Bu yüzden, okudukça yavaş yavaş Üsküdar ve çevresini bizim de kovulduğumuz, ama onun hayal gücünün yaratıcılığı sayesinde yeniden kavuştuğumuz bir Dünya Cenneti olarak düşünmeye başlıyoruz.