• Bize Ulaşın
    0537 364 0921
  • Bostancı / İstanbul

Bir Çerkes Kızı – SETENAY

Çerkesya’da Sadşe’de, karanlığın kadife örtüsü Kafkas Dağları’nın üstünden yükselirken, mayıs gülleri kokusunu salmadan, ilk danslarını yapacak Çerkes gençler kamalarının gümüş sapını parlatırken, iki ırmağın kesiştiği yerde yemyeşil bahçede ulu ağacın altında kara taşın üstünde otururken Azamet’e bir kız torununun doğduğu haberi geldi. Azamet gökyüzüne baktı. Fazla düşünmeden, “Setenay olsun adı, ateşten oğlanlar doğursun” dedi.

Çerkeslerin ulu ve bilge kadınının adıyla gözlerini ışığa açan kar gibi beyaz tenli, kömür karası gözlü Setenay’ın öyküsüdür romanda anlatılan.

Evlerinin önünden kaçırılıp, Osmanlı’ya getirilen iki kardeşten sarı saçlı mavi gözlü Goşenay’ın şansına Saray nedimeliği çıkarken, beyaz tenli kömür gözlü kardeşi Setenay’ın, bir paşa evine köle olarak satılmasının ve yıllar sonra buluşmalarının öyküsüdür Setenay Paşa’nın Büyükada’daki köşkünde adının Kısmet’e dönüşünün, Kısmet’in mor salkımlı evde aşkına teslim oluşunun öyküsüdür.

Birinci Dünya Savaşı’nda Arap cephesinde İngilizlere esir düşüp Burma’ya götürülen biricik oğlu Aziz’in esaretten dönmesini beklemesinin, Rus mezalimi yüzünden daha annesinin memesinde sürgüne uğrayan kardeşi Doktor Jankat’ın, Arap cephesinden gelen hazin mektubunun öyküsüdür Setenay. Gerçek adı unutturulsa da uykularında belinde kaması Çerkesya’nın göklerinde devleri arayan, uyandığında kendini yenilenmiş hisseden Bir Çerkes Kızı’nın öyküsüdür… 

Direnerek bir gün tüm acıların biteceğine gerçek adını taşıyabileceğine inanmış, adını torunu Setenay’a vermenin mutluluğunu yaşayabilen Çerkes Setenay’ın öyküsüdür bu roman.

Read More

Atlarla Yaşayan Kadın / Psikanalitik Öyküler 2

Psikanalitik Öyküler Dizisi, Atlarla Yaşayan Kadın ile devam ediyor. Bu olgu öyküleri dizisi ile psikanalitik tedavi süreci, psikiyatri dışındaki insanlar tarafından da anlaşılıp değerlendirilebiliyor.

Bu kitapta, psikanalistin “şimdi lütfen uzanın” dediği o divanlardan birinde genç bir kadın var. Atlarla yaşayan kadın.”Kocaman kötü leke” diyor kendisine. Uzun zamandır atlarla ve diğer hayvanlarla beraber uyuyor. Hayvan pisliği bulaşmış kıyafetindeki lekeleri çıkarmıyor. Kadın kendisi için bir “fallus”diliyor, her şeyi kolaylaştırmak için. Annesi, babası, ablası, kardeşi,”bir gecelik”kamyon şoförleri, eski terapistler… Kadının herkesle yani kendiyle sorunu var. Divana uzanan ve ya uzanmayan bizler için hayat her zaman kolay mıydı? O divana uzanmayı kabul etmiş, dahası istemiş bu kadını dinlemekle ilgili bir sorunumuz olabilir mi? “Normal” olarak bunda korkacak ne var ki?

Vamık D.Volkan, ikinci psikanalitik öyküsünde terapistler tarafından defalarca şizofreni tanısı konulmuş genç bir kadın, onun derinlikleri ve yıllar süren iyileşme sürecine, gerçek bir psikanalitik tedavi sürecine tanık ediyor bizleri.

Doktorun bizi davet ettiği odada pek çok şey görmek olası. Kendimizi?

Read More

HOMO ESTETICUS – Demokrasi Çağında Beğeninin İcadı

Bu kitabında Ferry modern felsefenin doğuşunu estetik tarihi çerçevesinde anlatıyor. Ferry’e göre modern çağ, estetik alanda öznel beğenin ortaya çıkması, siyasal alanda ise toplumsal sözleşme modellerinin ve akılcı siyaset felsefesinin doğuşuyla birlikte tanımlanır. 20. yüzyıl sanatçılarının özerklikten ziyade bireyselliği ön plana çıkardığı “postmodern uğrak” ise, avangart akımları beraberinde getirir.

Aydınlanma ile birlikte, kaynağı ilahi otorite olan ve değişmez bir değerler düzenini yansıtan sanat ve dünya görüşüne ağır bir darbe indirildi. Otonomiye dayanan akılcı bir etik kurma girişimlerine sahne olan bu dönemde, estetik ve kişisel zevk öne çıktı. Hemen ardından, 20. yüzyılda bireyselliğin otonominin önüne geçtiği yeni bir hareket başladı. Evrensel bir aklın bağlarından sıyrılma gerekliliğinin vurgulandığı bu sanatsal özgürlüğün başını ise Nietzsche çekti. Luc Ferry işte tam bu noktada postmodernizmin sivri uçlarına karşı çıkarak akli standartlar ve sanatsal özgürlük arasında bir denge kurulması gerekliliğini vurguluyor. Ferry’nin Homo Esteticus’ta cevabını aradığı asıl soru öznel, bireysel zevkle nesnel, evrensel olanın uzlaştırılabilir olup olmadığıdır. Çünkü Ferry’ye göre estetik teorinin bu problemi en temelde demokratik bireycilik ile yakından ilintilidir.

Read More

Amerika / Lawrence Ferlinghetti

Akademililer için:
Kendini bilmez bir yığın cahil cühela
korkak ve cansıkıcı herif kalkıp şiire saldırıyor.
Şiirin nasıl yaratıldığını bilmeden.
Bu düdüklerin yoluna bir şiir çıksa,
onu tanımadan geçip giderler.
Geçip gitseler gene iyi, güpegündüz ırzına geçerler
onun. (kitaptan alıntı)

Read More

Kadınlar Savaşı

Kadınlar Savaşı;

“Demek kendisi de mal, ya da hizmet üreten kadın; bu yoldan ekonomik özgürlüğüne ve bağımlılığına kavuşunca; artık aile üçgenini kolayca kırıp, kendine özgü bireysel rekabet ortamını yaratıyor: Batılı gelişmiş ülkelerde ‘yalnız’ yaşayan kadın çok! Peki anlamı ne bunun, aile biriminden ayrı olarak satın alınmış otomobil, kat, buzdolabı, televizyon vs. değil mi? Aynı maldan erkek de kendisi için alacağından, davranış ‘sistem’in son derece işine geliyor; gelince de Hıristiyanlıktan alınmış geleneksel aile ahlâkının çekiver kuyruğunu!”

İÇİNDEKİLER

Önsöz yerine…

Türk kadınları, neredesiniz?

‘Renkli kelebekler’

Kadını erkeğe benzeten nedir?

Yeni kadınlar

Saçlar niye kısalır?

‘Çirkin feminist’

‘Aklı uzun, saçı kısa’

Feministliğin ‘gerçeği’ ve ‘sahtesi’

Sonsöz yerine…

Read More

Schindler’in Listesi

Alman bir Katolik olan Oskar Schindler, İsraillilerin onurlu bir kahramanı olarak Kudüs’te gömülüdür. Rightous People Bulvarı’ndaki bir ağacın üzerinde ismi kazılıdır. II. Dünya Savaşı yıllarının Nazi Almanya’sında girişimci bir Alman olan Oskar Schindler, askeriye için metal kaplar üreten bir fabrika kurar ve bu iş için sermayeyi ve iş gücünü Yahudiler üzerinden sağlar. İlerleyen zamanda Yahudiler’in gördüğü baskıyı içine sindiremeyen Schindler, onları kurtarmak için uzunca bir liste yapar. Schindler; Musevi sorununa, II. Dünya Savaşı’nda kendisine ait Cracow’daki fabrikasına toplama kamplarından kaçırttığı tutsaklarla cevap vermiş bir Alman sanayicisidir. Soykırımda binlerce Museviyi kurtarmıştır.

Read More

Düş Kurma Kuralları

İtalyan yazar Gianni Rodari, sevilen birçok çocuk kitabı yazarak saygın Andersen Ödülü’nü kazanmasının yanı sıra, aynı zamanda imgesel yaşamın gücünü gerçekten kavramış bir eğitimci ve eylem adamı olmuştur. Rodari bu enfes klasik eserinde öykü yaratmanın pek çok olağanüstü tekniğini sunmakta; bu özgün teknikleri de imgelem, peri masalları, halk hikâyeleri, çocuk öyküleri, bilişsel gelişim ve sevecen eğitim bağlamında tartışmaktadır. İtalya’nın yetiştirdiği en büyük çocuk edebiyatı yazarlarından olan Rodari’nin bu eserinin, her seviyede dil ve edebiyat öğretmenlerinin, çocuklarının yaratıcılığını beslemek isteyen anne babaların, yazmaktan ve düşler kurmanın gizemli hazlarından hoşlanan herkesin ilgisini çekeceğine kalpten inanıyoruz.

“Temel olarak küçük çocuklar üzerinde yapılmasına karşın, Rodari’nin bu çalışmasının fikirleri her yaştaki çocuklara uyarlanabilir. Fikirlerin çoğu lise ve yüksekokullardaki yaratıcı yazarlık derslerinde de büyük ölçüde faydalı olacaktır. Örneğin, Pinokyo hakkında konuşurlarken Rodari çocuklara ağaçtan yapılmış olmanın nasıl bir his olduğunu düşünmelerini önerir. Analiz çok daha karmaşık ve belirgin bir hale dönüştürülebilir. Ne yerdiniz? Uykunun anlamı ne olurdu? Kimden, niçin korkardınız? Yağmur size ne yapardı? Bacağınız ya da parmağınız kırılsaydı ne olurdu? Ne kadar yaşardınız ve ölümün anlamı ne olurdu?”
Herbert Kohl

Read More

Türkiye’de Ordu ve Siyaset

Ordu 1960’da ilk kez vurduğunda, Türkiye savunma alanı dışında ekonomik ve siyasal olarak dünyadan büyük ölçüde yalıtılmış, birinci dünya seçkinlerinin yönettiği bir üçüncü dünya ülkesi olarak tanımlanabilirdi. Bu nedenle 27 Mayıs darbesinin liderleri birkaç saat içinde birkaç stratejik noktayı –cumhurbaşkanlığı, meclis, bakanlıklar, radyo istasyonu ve havaalanı– ele geçirerek iktidarı hızlı ve kansız bir biçimde aldı. Halk ertesi sabah radyolarını açınca darbeden haberdar oldu. Türkiye’nin NATO’da kalacağı güvencesini verdikten sonra, Batılı güçler darbeyi memnuniyetle kabul etti ve sonucu etkilemek için hiçbir çaba harcamadı. Ülke ekonomik olarak da darbeden neredeyse hiç etkilenmedi.

21. yüzyılın ikinci on yılına gelindiğinde bu koşulların hiçbiri artık geçerli değil. Ekonomik olarak Türkiye yeni bir sınai güç; eski yalıtılmış kırsal toplum birkaç uzak bölge dışında neredeyse yok olmuş durumda. Türkiye küresel ekonomiyle de önemli ölçüde bütünleşmiştir. Kültürel olarak kent ile köy arasındaki uçurum hızla aşıldı ve eski Kemalist seçkinlerin, yüksek eğitim ve idari beceri üzerindeki tekelini kaybedeli çok oldu. Devlet bürokrasisi gibi ordu da ilerlemenin meşalesi olarak ayrıcalıklarını kaybetti: Askerler artık meşru çıkarlarını korumak için tehdit etmek değil müzakere etmek zorunda

Read More

Çocuklar Neden Farklı | Ennegram – Dokuz Mizaç Modeline Göre Kişilik Gelişimi

Ben mizaç tipi “1” olan bir anneyim.kızımın mizaç tipi”2”.Kızımın duygusallığını çoğu zaman anlamakta zorlanmışımdır.Yanlış yaptığı zaman eleştirdiğimde “biliyorum anne beni seviyorsun!”demesi benim garibime gitmişti.Halbuki ben onun hatalarını düzeltmek istiyordum.Ama kızım “2” mizacında bir çocuk olarak bu eleştirimi o nun sevemediğim şeklinde yorumluyordu.Bu yapısını anladığımda benim için önemli bir ufuk oldu ve kendi mizacıma odaklanmadan o nun ihtiyaçlarına daha duyarlı olmaya gayret ettim.onu eleştirmeden önce onu sevdiğimi ve benim için çok değerli olduğunu hissettirerek eleştirilerimi yumuşak bir şekilde ifade etmeye gayret ettim.”

Read More

Tarçın Dükkanları

Polonyalı yazar Bruno Schulz, 1942’de henüz elli yaşındayken, doğduğu Drohobycz kasabasının “Aryan” kısmına girme riskini göze aldığında –Yahudi oluşu sebebiyle– bir gestapo subayı tarafından sokakta vurularak yaşamını yitirdi.

Gerçeküstücü bir “optik”le kurgulanmış, kendi kökeninin izini sürerek Polonya’nın kasaba yaşantısından insanlığın evrensel hikâyesini damıtan, cansız nesneleri canlı varlıklara dönüştürebilme yeteneği ve olağandışı biçimde tarih tarafından lekelenmemiş dünyasıyla gerçekliği mitleştiren Schulz’un öyküleri büyülü gerçekçiliğin doruğu sayılabilir. Öyküleriyle oluşturduğu kozmosu bütünleyen büyüleyici çizimleriyle yirminci yüzyılın en parlak sanatçılarından Bruno Schulz pek çok yazara esin kaynağı olmuştur.

“Gerçeklik bir kâğıt kadar incedir ve yüzeyindeki bütün çatlaklarla taklit niteliğini ele verir.”

Schulz’un hayatını yaşamasına izin verilmiş olsaydı, bize hiç anlatılmamış hazineler armağan edebilirdi, ama kısacık hayatında yaptıkları, onu gelmiş geçmiş en dikkate değer yazarlardan biri kılmaya yeterli.
Isaac Bashevis Singer

Schulz’un öykülerinde sadece ailesinin, tanıdıklarının ve gerçek Drohobycz kasabasının portresini görenler yanılmaktadırlar: Onun kahramanlarının öyküleri mitsel öykülerdir, yani bütün insanların hayatları boyunca yürüdükleri yolun öyküsüdür.
Jerzy Jarzebski

Read More